2011 Suriye-Türkiye Krizi
Özet
2011 yılında Arap Baharı’nın Suriye’ye yansıması sürecinde meydana gelen halk hareketleri süreç içerisinde Türkiye’nin öncelikle reform yapılmasını talep etmesi, Esad yönetiminin talepleri olumlu karşılamak ile birlikte uygulamaya koymaması sonrasında Türkiye’nin rejim muhaliflerine destek vermesi sonrasında iki ülke karşı karşıya gelmiştir. Siyasi ve insani bir kriz ise gelişerek ve yayılarak halen varlığını sürdürmektedir. Süreç içerisinde kriz, askerileşmeye başladığı gibi aynı pek aynı çatışmadan doğan çok farklı krizi de içerisine alarak varlığını sürdürmüştür. 2011 Suriye krizinde kriz hali halen devam ettiği için bir kriz sonrası evreden de söz etmek mümkün değildir.
2011 TÜRKİYE-SURİYE KRİZİ
2011 yılından itibaren Türkiye’nin Suriye ilişkilerinde gelişen kriz süreci gözlenmektedir. Bu ülkeyle ilişkilerde yeniden şekillenen uyuşmazlık-çatışma hali içerisinde bir kriz durumu söz konusudur ve krizi karşılıklı tırmandıracak çok sayıda gelişme yaşanmıştır. Suriye’deki iç çatışmaların seyri ve rejim karşıtlığının yaratmış olduğu karşılıklı meydan okumalarda Türkiye ve Suriye karşı karşıya gelmiştir.
Krize özgü uyuşmazlık 60. Hükümet döneminde ortaya çıkmakla birlikte kriz AKP’nin 61. Hükümet döneminde başlamış; 62. 63. Ve 64. hükümetler döneminde ise devam etmiştir. Krizin başlangıç tarihinde 22 Haziran 2012’te Türkiye’de AK Parti’nin çoğunluk hükümeti ile yönetilmekteydi. Bu süreçte 28 Ağustos 2014’e kadar Abdullah Gül cumhurbaşkanıydı. Krizin halen devam ettiği dönemde 10 Ağustos 2014’te gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile Recep Tayyip Erdoğan seçilirken, AK Parti genel başkanlığı Ahmet Davutoğlu yürütüyordu. 61. Hükümette başbakan yardımcıları Ali Babacan, Bülent Arınç, Bekir Bozdağ ve Beşir Atalay’da oluşurken; 62. hükümette Başbakan Ahmet Davutoğlu, Başbakan yardımcıları Numan Kurtulmuş, Yalçın Akdoğan, Ali Babacan ve Bülent Arınç olmuştur. 62. Hükümet döneminin Dışişleri Bakanı halen bu görevi yürütmekte olan Mevlüt Çavuşoğlu’dur. Bunlardan 63. seçim hükümeti hariç, diğer dört hükümet AKP’nin tek parti iktidarlarıdır. 63. hükümet kısa bir süreliğine seçim hükümeti olarak görev yapmış ve o tarihe kadar izlenen Suriye politikasının çizgisi dışına çıkmamıştır. 64. Hükümette Başbakan Ahmet Davutoğlu, başbakan yardımcıları ise; Numan Kurtulmuş, Mehmet Şimşek, Yalçın Akdoğan, Tuğrul Türkeş ve Lütfü Elvan’dır. Mevlüt Çavuşoğlu 64. Hükümet döneminde de dışişleri bakanlığı görevini sürdürmektedir. Türkiye’de karar alma birimi olarak kurumsal bir yapı (Bakanlar Kurulu) mevcut bulunmakla birlikte; kurulun yapısı gereği kararlar oy birliği ya da oy çokluğundan ziyade ilgili birimlerin fikirleri alınarak başbakanın onayı ile oluşturulmaktadır. Bu nedenle Türkiye’de karar alma biriminin geleneksel olarak 1-4 kişiden oluşan “küçük grup” olduğu söylenebilir. Kriz yönetim sürecinde öne çıkan lider Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmakla birlikte, Başbakan olarak Ahmet Davutoğlu AK Parti hükümetlerinin dış politikasının fikri alt yapısını oluşturmuştur.
Krizin Suriye kanadında ise Cumhurbaşkanlığı görevini 2003’ten itibaren yürüten Cumhurbaşkanı Beşar Esad, 28 ağustos 2014’ten itibaren Başbakan Vail Nadir el Halaki, Başbakan Yardımcıları Fahad Casimel-Freyc, Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Velid Muallim bulunmaktadır.[1] Arap baharının Suriye’ye yansıması ile birlikte 29 Mart 2011’de Beşar Esad, 2003 yılından itibaren görevini sürdüren Naci El Itri hükümetinin istifasını kabul etmiştir.[2] Suriye rejiminin otoriter niteliği nedeniyle karar alma birimi Cumhurbaşkanı Beşar Esad ve yakın çevresine dayanan “küçük grup”tur.
90’lı yıllar boyunca dönem dönem oldukça gerilimli anlara sahne olan Türkiye-Suriye ilişkileri Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarları döneminde ivme kazanmıştır. Ancak ikili ilişkilerin geliştirilmesi, 2000 yılında Hafız Esad’ın cenazesine Cumhurbaşkanı -Ahmet Necdet Sezer- düzeyinde katılımın sağladığı olumlu etkinin bir ürünü olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu dönemde AK Parti’nin dış politika ilkelerinden birine dönüşen komşularla sıfır sorun politikası Suriye yönetimi tarafından da kabul görmüştür. 2002-2011 arasında Türkiye-Suriye ilişkilerinin olumlu seyrinden söz etmek mümkündür. Türkiye ile Suriye arasında 2004 yılında serbest ticaret antlaşması imzalanmış, iki ülke arasındaki dış ticaret hacmi 2,5 milyar dolar seviyesine ulaşmış, siyasi yakınlaşma ekonomik ilişkilere ivme kazandırmıştır. Bu süreçte Bush yönetimi tarafından “haydut devlet” olarak kabul edilen ve dünya politikasından izole edilmeye çalışılan Suriye, Beşar Esad döneminde yumuşama politikası izlemeye yönelmiş ve başta ABD, AB, bölge ülkeleriyle yakınlaşmaya çabalamıştır. Hamas ve Hizbullah gibi terör örgütlerine destek verdiği gerekçesiyle uluslararası toplumdan izole edilen Suriye; Türkiye’nin bölgesinde başlattığı komşularla sıfır sorun politikasından yararlanarak Türkiye ile ikili ilişkilerini geliştirmiştir.[3] Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, Ocak 2004’te Türkiye’yi 57 yıl sonra ziyaret etmiş ve Türkiye’nin resmi sınırlarını tanımıştır. Bu ziyaret iki ülke arasındaki Hatay sorunun sona ermesini sağlamıştır. Türkiye Suriye arasındaki ikili ilişkilerin gelişmesinde Aralık 2004’te Başbakan Erdoğan’ın, 2005’te ise Batı ülkelerinin muhalefetine rağmen Sezer’in gerçekleştirdiği resmi ziyaretlerin yanı sıra, ABD’nin Irak’tan sonra Suriye’ye düzenleyeceği olası bir askeri müdahaleye karşı çıkacağının düşünülmesi etkili olmuştur.[4] Suriye yönetiminin Türkiye ile yakınlaşma kararı kendi iç politikası açısından bir liderlik ve kimlik değişiminin sonucudur. Esad yönetimi, Suriye’yi göreceli izolasyondan korumak ve küresel ekonomiye eklemlemek amacıyla Türkiye’ye yakınlaşmıştır.[5] 2004’ten itibaren Türkiye-Suriye ilişkileri, “stratejik ortalıklık” olarak adlandırılmaya başlamıştır. 2007 yılından itibaren Türkiye, Suriye-İsrail arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk çalışmaları yürütmüştür.[6] 2009 yılında gerçekleştirilen tatbikat ile askeri alana yansıyan ilişkiler, 2010 yılında ortak petrol arama şirketinin kurulmasıyla enerji alanına kaymıştır. [7] 2009’da Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi çerçevesinde iki ülkenin toplam on bakanının katılımıyla ortak bakanlar kurulu toplantısı gerçekleştirilmesi ikili ilişkilerin geldiği boyutu göstermek açısından dikkat çekicidir.[8]
Türkiye-Suriye ilişkilerindeki olumlu seyrin terine dönmesi ise; Arap Baharı ve sonrasında meydana gelen halk hareketleriyle bağlantılıdır. Arap Baharı’nın Suriye’ye yansıması ile birlikte Türkiye-Suriye ilişkileri bozulmuş ve iki ülke arasında gelişen bir kriz ortaya çıkmıştır. Mart 2011’de başlayan protesto dalgası karşısında ilk olarak Ankara, Şam hükümetini reform yapmaya ve göstericilere karşı şiddetle baskı uygulamamaya yönelik çağrılar gerçekleştirmiştir. Yapılan görüşmelerde reform konusunun altı çizilmiş ve 2011 Mart’ının sonlarına doğru kötüleşmeye devam eden Suriye’deki krize rağmen, Türkiye Esad karşıtı bir söylemden uzak durulmuştur.[9] Suriye krizinde Türkiye’nin Suriye’deki yönetimi hedefine alarak yönetim değişikliğini talep etmesi ve rejim muhaliflerini desteklemesi, kriz yönetim sürecinde Türkiye’nin savunmacı bir konumdan saldırgan bir konuma doğru geçiş yaptığını göstermektedir. Bu durum ve sonrasında Türkiye’nin Suriye’de rejim değişikliği talep etmesi sonucunda saldırgan kriz yönetim stratejilerine yaklaştığını ve bununla beraber meşruiyet açısından krizin tartışmalı bir durum ortaya çıkardığını göstermektedir.
Arap Baharı’nın Suriye’de etkilerini göstermeye başlamasından sonra, Mart 2011 ile Ağustos 2011 Davutoğlu-Esad görüşmesi arasındaki süreç Türkiye açısından bir “ikna dönemi” olarak görülebilir.[10] Bu dönem kriz analizi açısından uyuşmazlık evresidir. Arap Baharı’nın ilk aşamasında, Türkiye’nin Esad’lı bir çözümden yana tavır aldığını ifade etmek mümkündür. Bu dönemde Türkiye, Suriye hükümeti ile reform yapılması konusunda mutabık kalmış ancak reformların pratiğe yansımaması sonrası artan şiddet olayları gerekçe gösterilmiş ve ikna sürecinden ziyade iktisadi, siyasi ve ekonomik yaptırımlara yönlenilmiştir. İkna sürecinin başarıya ulaşmaması, Türkiye’nin bir politika değişikliğine giderek Suriye muhalefetine destek vermeye başlamasıyla sonuçlanmıştır. Bu desteğin ilk emareleri, 1 Haziran 2011’de içerisinde Müslüman Kardeşler’in yer aldığı Suriyeli muhaliflerin Antalya’da düzenledikleri toplantıdan itibaren gündeme gelmeye başlamıştır.[11] Aslında bu toplantıya katılan muhalifler Esad’a karşısındaki muhalefetin tamamını kapsadığını belirtmek ise mümkün değildir. Türkiye’nin desteklediği muhalifler içerisinde daha çok Kürtler, Müslüman Kardeşler ve aşiret liderleri yer almıştır.[12]Ankara’nın Suriye muhalefetine açık desteği olarak okunabilecek bu durum Türkiye-Suriye ilişkileri açından uyuşmazlık evresinden çatışma evresine geçişin başlangıcı olarak görülebilir. Esad yönetimi, 20 Haziran 2011’de bir reform paketi açıklamış ve reformların Eylül ayında hayata geçirilmeye başlayacağını ilan etmiştir.[13] Bu süreçte Türkiye’den reform paketinin yetersiz olduğunu vurgulayan açıklamalar gelmiştir. Başbakan Erdoğan ise paketin bazı önemli maddeler içerdiğini belirtmekle birlikte siyasi partiler kanunu ve anayasal düzenlemelerin raporda yer almamasının “Türkiye’yi tatmin etmediğini” belirtmiştir.[14] Suriye Dışişleri Bakanı Muallim Naci, “Türkiye ile iyi ilişkilerini devam ettirmek istediklerini” belirtmiş ve Türkiye’nin paketle ilgili görüşünü tekrar gözden geçirmesini istemiştir.
Türkiye ise Suriye arasındaki çatışmanın Libya lideri Kaddafi’nin ve Tunus’ta Bin Ali’nin devrilmesinin ardından domino etkisinin Suriye’de de Esad iktidarını devireceği yönündeki beklentinin sonucudur. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Esad’ın artık meşru olmadığını deklare edip, ABD’nin “Esad’sız Suriye’nin ilk işaretini” vermesine rağmen[15] Türkiye, Esad’ın reform yapması konusundaki kararlılığını öncelikle kasım ayına kadar sürdürmüştür. Suriye’deki Başbakan Erdoğan, 6 Ağustos 2011’de “Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir”[16] diyerek tarihi bir açıklama yapmıştır. Daha sonra Esad’la Şam’da altı saatlik bir görüşme yapan Davutoğlu, Hama gibi katliamların yaşanmaması için yapılması gerekenleri Esad’la paylaştıklarını ifade edip, yakın zamanda atılması gereken adımların çok önemli olduğunu vurgulamıştır.[17] Bu görüşmeyle ilgili esas kritik nokta ise, Davutoğlu’nun da daha sonra kabul ettiği, Esad’ın kendisiyle paylaştığı “teröristlerin peşini bırakmayacağız” ifadesi olmuştur.[18] Zira stratejik ortak olduklarını belirten iki ülkeden biri açısından “terörist” olarak kabul edilen unsurlar, diğeri tarafından desteklenmiştir. Bu dönemde Türkiye tarafından “Suriye halkının meşru temsilcisi” olarak görülmeye başlanan muhalif gruplar Esad yönetimi tarafından “terörist” olarak algılanmıştır. Dolayısıyla Türkiye-Suriye arasında politik düzlemdeki bakış açısı farkından kaynaklanan bir çatışma hali etkili olmaya başlamıştır. Suriye yönetimine göre kendileri meşru otoriteye karşı ayaklanan bir kesimle mücadele etmektedir. Bu nedenle Suriye’nin söylemi “çatışmalara ‘terör gruplarının’ neden olduğunu iddia etmiş, “silahlı kuvvetleri(ne) tabi birlikler(inin) muhtelif bölgelerde silahlı terör gruplarına karşı nitelikli operasyonlar”[19] gerçekleştirdiğini belirtilmiştir.
Bu çatışma hali giderek karar alıcıların söylemlerine de yansımıştır. Örneğin; 15 Ağustos 2011’de Davutoğlu, operasyonların durmaması halinde konuşulacak bir şey kalmayacağını belirtmiş, Suriye rejiminin, Türkiye’nin operasyonların durması yönündeki çağrılarının tam tersine bir tutumla operasyonları arttırmasını eleştirmiştir.[20] Bir gün sonraki AK Parti MYK toplantısında Davutoğlu, Suriye’ye son bir uyarı olarak, “Suriye yönetimine sesleniyorum. Operasyonları derhal durdurun. Durmazsa konuşacak bir şey kalmaz” demiştir.[21] 23 Ağustos 2011’de ise Başbakan Erdoğan, Suriye rejimine yönelik olarak, “zulümle abat olunmayacağını” söylerken, bunu deneyenlere yönelik “akıttıkları kanda boğulacaklar” ifadesini kullanmıştır.[22] Türkiye’nin Suriye’de artık yalnız rejimi değil, halkı referans alan politikalar izleyeceği yönündeki açıklama ise Davutoğlu’nun, gerektiğinde Türkiye’nin dost ülke olarak Suriye’nin yanında durduğunu ama bir seçim yapılması gerektiği durumda, Türkiye’nin Suriye halkını tercih edeceğini söylemesi olmuştur.[23] Bu süreçten sonra Türkiye’nin muhaliflere olan desteğini artmaya başlamıştır. 2011 Eylül ayında şiddetlenen çatışmalarla birlikte, Suriyeli muhalifler ve Türkiye arasındaki yakınlaşma da artmıştır. Muhalifler, 15 Eylül 2011’de, İstanbul’da gerçekleştirdikleri bir toplantıda Suriye Ulusal Meclisi’nin kuruluşunu ilan etmiştir.[24] Başbakan Erdoğan ise 21 Eylül 2011’de, Suriye yönetimi Türkiye’ye yönelik bir kara propaganda başlatmış durumda olduğunu ve artık Suriye yönetimine güveninin kalmadığını belirtmiştir. Erdoğan ayrıca kendisinin Suriye yönetimi ile ilişkisini kestiğini belirtmiştir.[25]AK Parti dönemi Türkiye-Suriye ilişkileri açısından incelendiğinde partinin kullandığı “kardeşlik”, ortak “din”, “gelenek”, “kültür” gibi kavramların diğer bölgesel aktörler tarafından da paylaşıldığı düşüncesi üzerinden hareket edildiği görülmektedir. AK Parti döneminde Türk karar alıcılarının bu kavramsallaştırma içerisinde Türkiye’yi diğer bölgesel aktörlerden daha üstün ve farklı bir konumda tahayyül ettikleri belirtilmektedir.[26] 2011 Eylül’ünden itibaren Türkiye’den Suriye’ye yönelik yaptırımlar gelemeye başlamıştır. 22 Eylül 2011’de Türkiye Suriye askeri malzeme taşıyan uçaklara hava sahasını kapatmıştır. 23 Eylül’de Erdoğan Suriye’ye silah ve mühimmat taşıyan araçları engelleyeceklerini ilan etmiştir.[27] Ülkelerin uluslararası sistemin anarşik yapısının belirsizliklerine kendi çevrelerini şekillendirerek cevap verecekleri varsayımı Türkiye-Suriye krizinde kendisini göstermiştir.[28]
Bu döneme kadar Esad tarafından Türkiye’ye karşı herhangi bir açıklama gelmemiştir. Esad ilk açıklamasını 27 Kasım 2011 Arab Press’te yayınlanan röportajı ile yapmıştır. Bu röportaj, Türkiye’nin “Osmanlı’yı yeniden canlandırma hayaline” olduğunu söylemiştir.[29] Türkiye’nin muhaliflere verdiği desteği, Osmanlıyı yeniden canlandırma hayali olarak gören Suriye yönetimi açısından dış politika krizinin 27 Kasım 2011’deki bu açıklama ile başladığını söylemek mümkündür. 2011 Aralık ayının başında ise, Türkiye Suriye yönetimine yönelik içinde lider kadronun mal varlıklarını dondurulması olan, dokuz maddelik bir yaptırım paketi ilan etmiş[30]tampon bölge taleplerini ise güçlü şekilde gündeme getirmiştir.[31] 3 Aralık 2011’de ise Esad yönetimi, Türkiye ile imzalanmışolan serbest ticaret anlaşması kapsamındaki tüm faaliyetlerin durdurulduğunu açıklamıştır.[32]
2012 yılına gelindiğinde, Türkiye’nin dış politikasının merkezinde bir an önce Esad rejiminin devrilmesi gerektiği yer almaya başlamıştır. Bu kapsamda, bölgesel ve uluslararası aktörlerin devreye sokulması, yaşanan can kayıplarının azaltılması, Türkiye’ye sığınan Suriyelilere barınma imkanı sağlanması, Suriyeli muhalefet gruplarının bir araya getirilmesine çalışılmıştır.[33] 2012’inin Şubat ayının başında BM Güvenlik konseyinde Suriye lideri Esad’a yönelik istifa çağrısı, Rusya ve Çin tarafından veto edilmesinin ardından[34] Türk Dışişleri Bakanlığı, 5 Şubat’ta “Esad’ın meşruiyetini tamamen kaybettiğini” belirten bir açıklama yayınlamıştır.[35] 25 Şubat 2012’de BM’de düzenlenen bir toplantıda Davutoğlu, “Suriye’nin kimsenin şahsi mülkü olmadığını” ifade etmiştir. Bu açıklama Suriye Ulusal Konseyi üzerinden Türkiye’nin Suriyeli muhaliflerle artan ilişkilerini destekler niteliktedir.[36] 25 Nisan 2012’de Al-Jazeera televizyonuna bir mülakat veren Erdoğan, Suriye tarafından yapılan sınır ihlalleriyle ilgili olarak, Türkiye’nin NATO’nun bir parçası olup ve güçlü bir ordusu olduğunu vurgulayıp, ihlallerin devamı halinde, Türkiye’nin yaklaşımının farklı olacağını belirtmiştir.[37] 27 Nisan 2012’de ise Dışişleri bakanı Davutoğlu, “Suriye’deki Baas rejimini artık Türkiye için bir tehdit haline geldiğini” ifade etmiştir. Ayrıca, “Suriye hakkında ne konuşulacaksa Ankara’da, İstanbul’da konuşulacaktır” demiştir.[38]Esad cephesinden ise, Türkiye’nin açıklamalarında NATO’yu harekete geçirme yönündeki açıklamalara provokasyon olarak nitelendirip sert tepki göstermiştir. [39] 9 Haziran 2012’de Başbakan Erdoğan Esad’ın Suriye yönetiminden gideceğini vurgulayan bir açıklama yapmıştır. ‘Beşşar Esed,’ “Er ya da geç gidecektir ve şu anda o da kendi sonunu hazırlamaktadır” demiştir.[40] 22 Haziran 2012 tarihinde ise Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir savaş uçağı Akdeniz’de düşürüldüğü ortaya çıkmıştır.[41] Bunun akabinde Ankara, uçağın Suriye tarafından düşürüldüğünü iddia edilmiştir.[42] Türk genelkurmayının yaptığı açıklamaya göre Malatya Erhaç’taki askeri tesislerden22 Haziran 2012’de saat 10.28’de kalkan RF-4E “Phantom” tipi savaş uçağının 11.40’ta Suriye hava sahasına girmiş; saat 11.58’de telsiz bağlantısının kesilmiş ve uçak Lazkiye kentinin 8 mil açığına düşmüştür. Askeri kaynaklar, olayın Suriye’nin hava sahasını ihlali olmadığını, Türkiye ve Suriye’nin Sahil Güvenlik botlarının uçağın düştüğü bölgede müşterek arama çalışması yaptığı bilgisini vermiştir.[43] Türkiye açısından RF-4’ün düşürülmesi krizi kendi içerisinde tırmandırmıştır. 24 Haziran 2012’de ise Türkiye Suriye’ye diplomatik NOTA vermiştir.[44] Aynı gün, Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Cihad Makdisi, olayın bir kaza olduğunu söyleyip, Türkiye ve Suriye’nin düşman olmadıklarını vurguladı. [45] Ancak Türkiye’de RF-4’ün düşürülmesi bir güvenlik ihlali olarak görülmüş ve kriz askeri boyuta taşınmaya başlanmıştır. 25 Haziran 2012’de ise Başbakan Erdoğan TSK’nın angajman kurallarının değiştiğini beyan edip, Suriye sınırındaki ihlallere hemen karşılık verileceğini ilan etmiştir.[46] Türkiye NATO’yu acil olarak toplantıya çağırmış ve NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, uçağın düşürülmesini “Suriyeli yetkililerin uluslararası kuralları hiçe saymasının son örneği olduğunu” belirtmiş ve Türkiye’ye destek vermiştir.[47] 2011 krizi sürecinde öne çıkan üçüncü aktör örgüt NATO ve BM’dir. Bu noktada NATO’nun güvenlik şemsiyesi Türkiye’ye siyasi ve askeri destek sağlamıştır.
Ayrıca Erdoğan, 12 Temmuz 2012’de meydana geldiği iddia edilen Tiramsa katliamında 200 insan hayatını kaybetmiş[48] olmasını “bir soykırım” olarak nitelendirmiştir. 28 Ağustos 2012’de ise Davutoğlu, bir TV programında, Esad’a ömür biçerek gidişinin “yıllar değil, aylar ya da haftalarla” ölçüldüğünü belirtmiştir.[49] 3 Ekim 2012’de ise Suriye tarafından gönderilen bir top mermisinin Akçakale’ye düşmesi sonucu, beş kişi hayatını kaybetti.[50] Bunun akabinde, Türk topçu birliklerinin düşen bombanın geldiği bölgeyi “hedef aldığı” bildirilmiştir.[51] Bununla birlikte, TSK’nın yabancı topraklara girmesine izin veren tezkere mecliste kabul edilmiştir.[52] Suriye tarafından olayın kaza oluğu yönünde gelen beyanlara, Erdoğan olayların kasıtlı olduğunu ima edip, sekiz kere kaza olmasının mümkün olmadığını söylemiştir.[53] 11 Ekim 2012’de Suriye Dışişleri Bakanı Cihad Makdisi ise, Türkiye ile savaşmak istemediklerini, ama Türkiye’nin saldırması durumunda kendilerini koruyacaklarını söyledi.[54]
Davutoğlu 2013 yılı bütçe görüşmeleri sırasında:
“Fiilen çökmüş bulunan ve iktidara tutunmak için her türlü yola başvurmakta beis görmeyen rejimin, halka karşı ayrım gözetmeksizin sürdürmekte olduğu şiddet eylemleri sonucunda, bugüne kadar 40 bine yakın Suriyeli hayatını kaybetmiştir. Bu sayı her geçen gün artmaya devam etmektedir. Ülke içindeki 2,5 milyondan fazla yerlerinden edilmiş kişilerin durumu, bu trajedinin vahametini daha da artırmaktadır. Bu trajedi karşısında ülkemiz, bir yandan rejimin zulmünden kaçan Suriyelilerin yaralarının sarılması için gerekli yardımı sağlamakta, bir yandan da Suriye’deki krizin en kısa zamanda barışçıl bir şekilde sona erdirilmesi amacıyla uluslararası camia ile işbirliği halinde girişimlerini ve çabalarını devam ettirmektedir. Bu çerçevede, halen ülkemizdeki barınma merkezlerinde misafir edilmekte olan Suriyelilerin sayısı 2012’nin Aralık ayı itibariyle 135 bini aşmış durumdadır. Bu bağlamda yaptığımız harcamalar da 400 milyon Dolara yaklaşmıştır. Ayrıca, yaklaşık 70 bin Suriye vatandaşı da şehirlerimizde kendi imkânlarıyla ikamet etmektedir”[55]demiştir.
Suriye’de devam eden savaş ortamı ve istikrarsızlık neticesinde Türkiye’de bulunan kayıtlı Suriyeli mülteci sayısı 2 milyon 72 bini aşmıştır.[56] Kriz içerisinde sadece rejim ve muhalifler arasındaki çatışmalar değil; mültecilerin durumu da ayrı bir kriz unsuru olmaya doğru evirilmektedir.
AK Parti hükümeti, 26 Aralık 2012’de BM özel temsilcisi Lakhtar İbrahimi’nin liderliğinde süren Suriye’deki arabuluculuk görüşmeleriyle ilgili olarak, Esad’lı bir geçişin mümkün olmadığını vurgulamıştır.[57] Beşar Esad ise 23 Ocak 2013 tarihinde İran basınına verdiği demeçte, Türkiye’yi teröristlerle ilişkilendirmiş ve Suriye halkının öldürülmesinde doğrudan doğruya sorumlu olduğunu ifade etmiştir.[58] Aynı gün, Türkiye’ye NATO destekli Patriot savunma sistemleri gelerek, Türkiye’nin uluslararası alandaki güvenlik eksenli ittifak ilişkisinden istifade etmesi gerçekleşmiştir.[59] Bu durum siyasi alanda başlayan uyuşmazlığın süreç içerisinde kriz halini alarak siyasi, askeri ve ekonomik alanlara yayılan bir sürece evirildiğini göstermektedir. Esad, 17 Nisan 2013 tarihinde ülkesinin bağımsızlığının 67. yıldönümüyle ilgili bir televizyon programında, Erdoğan’ın başkanlık düşüncesini gerçekleştirmek için Kürt devleti için taviz verebilmesi ihtimali yönündeki soruya, Erdoğan’ı kendi şahsi çıkarları için “her şeyi yapabilecek” bir lider olmak ile suçlamış ve Türk yönetimini “sıfır komşu, sıfır ahlak, sıfır dost, sıfır politika” sahibi olmakla eleştirmiştir.[60] 10 Mayıs 2013’te NBC News televizyonuna röportaj veren Erdoğan, Türkiye’nin elinde Esad’ın kimyasal kullandığı yönünde bilgi” olduğunu belirterek, ABD’den daha net tavır almasını istemiştir.[61] O döneme kadar ABD’nin kimyasal silah kullanılmasının kırmızı çizgi olarak ilan edildiği göz önünde bulundurulduğunda Erdoğan’ın ifadelerinin bir müdahalede bulunulmasını talep ettiği açıktır. 11 Mayıs 2013’te Reyhanlı’da, 52 kişinin hayatını kaybettiği bir bombalı saldırı gerçekleşmiş ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu, saldırının Suriye rejimiyle alakalı Banyas saldırılarını da gerçekleştiren bir örgütün yaptığını belirtmiştir.[62] İçişleri bakanı Muammer Güler de bilgilerin bu saldırıyı, Suriye rejimi ve istihbaratı ile bağlantılı bir terör örgütünün yaptığını gösterdiğini beyan etmiştir.[63] Reyhanlı olayından itibaren Suriye krizi Türkiye’nin iç güvenliği açısından da bir risk unsuru halini almıştır.
21 Ağustos 2013’te Şam’ın Guta bölgesinde gerçekleşen kimyasal saldırıdan sonra, yüzlerce insanın hayatını kaybetmesiyle, Türkiye uluslararası toplumu harekete geçirmeye çalışmıştır. Erdoğan 26 Ağustos 2013’te “katil Esad”ın “kimyasal silahlarla şehit ettiği” insanlara dikkat çekmiştir.[64] Bunun akabinde, ABD ve İngiltere tarafından Suriye’ye kimyasal saldırı dolayısıyla sınırlı bir hava operasyonu gerçekleştirilmesi gündeme gelmiştir. Kırmızı çizgi aşıldığı için Batı’nın hızlanan operasyon hazırlıklarını ise, Türkiye yetersiz bulup, Erdoğan tarafından Suriye rejiminin tamamen devrilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ancak İngiltere Parlamentosu’nun askeri harekatı onaylamaması, ABD’nin ise ilerleyen haftalarda Rusya ile kimyasal silahların Suriye’den uzaklaştırılması yönünde vardığı anlaşma nedeniyle, bu harekat sınırlı olarak dahi hayata geçirilmemiştir. 16 Eylül 2013 tarihinde ise Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye sınırını 400 metre ihlal eden bir Suriye helikopterinin angajman kuralları çerçevesinde düşürüldüğünü açıklamıştır.[65] Türkiye’den ardı ardına gelen helikopterin düşürülmesine yönelik haklılık açıklamalarının ardından, Bab-el Hava sınır kapısının yakınındaki patlamaya yönelik olarak 18 Eylül 2013’de Dışişleri Bakanı Davutoğlu, bunun Suriye’nin bir misillemesi olduğunu düşünmediklerini, “Suriye yönetiminin, bir misillemeyi zihninden dahi geçirmesinin sonuçlarına katlanacağını bilmesi lazım”[66] ifadesi ile ilan etmiştir. TSK, 5 Ekim 2013’te sınıra yaklaşan 3 Suriye uçağının F16’lar tarafından uzaklaştırıldığını açıklamıştır.[67] 14 Ekim 2013 tarihinde bir İsviçre gazetesine konuşan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “Silahını bırakan katil suçsuz olamaz” diye Esad rejimini hedef almış ve rejimin her ne olursa olsun, cezasını çekmesi gerektiğini ifade etmiştir.[68] Bu açıklamalara Suriye yönetiminden bir karşılık gelmemiş; ancak Türkiye sert ifadelerini sürdürmüştür.
Suriye krizinin derinleşmesi ve Başar Esad’ın ülke yönetiminden ayrılmayacağının anlaşılması üzerine 9 Ocak 2014’te Dışişleri Bakanı Davutoğlu, dış dünyanın Esad’la ilgili pozisyonundaki olumlu yöndeki farklılaşmaya işaret ederek IŞİD’in ortaya çıkmasıyla Esad’ın “ehvenişer olarak görülmeye başladığını” ifade etmiştir. Bu durum, değişen konjonktüre dikkat çekmekle sınırlı olmayan fakat aynı zamanda, Türkiye’nin Esad karşıtı pozisyonunda dış destek bulmak bağlamında sıkışmaya işaret etmekteydi.[69] Benzer şekilde 14 Mart 2013’te Davutoğlu bu sefer, Suriye rejiminin ortaya çıkardığı güç ve otorite boşluğunun bir güvenlik krizine neden olduğunu belirtip, radikal grupların faaliyetlerindeki artışın yeni gündem maddesi olmaya başladığını tekrar dile getirmiştir.[70] 23 Mart 2014’te ise Suriye Hava Kuvvetleri’ne ait bir savaş uçağının sınır ihlali yaptığı için düşürüldüğü Genelkurmay tarafından duyuruldu.[71] Düşen uçaktaki pilotun ise uçaktan atlayarak hayatta kaldığı açıklandı. Bu gelişmenin akabinde, Suriye medyasına çeşitli askeri ve sivil yetkililerin açıklamalar yaptığı haberleştirildi. Burada önemli olan nokta ise, Suriye rejiminin direkt olarak beyan bildirmekten kaçınıp, Dışişleri Bakanlığı’nda yetkili kişilerin ya da askeri kaynakların Türkiye’yi saldırganlıkla suçlamaları olmuştur.[72] Aynı gün Başbakan Erdoğan ise benzer şeylerin olması durumunda “Türkiye’nin tokadının ağır olacağını” söylemiştir.[73] 24 Mart 2014’te ise Genelkurmay Suriye füze sistemlerinin bir Türk F-16’sını Hatay üzerinde uçarken dört buçuk dakika kilitlediğini belirtip, askeri gerginliğin devam ettiğini belirten bir açıklama yapmıştır.[74] Yerel seçimler çalışmaları sırasında Akşehir ilçesinde bir konuşma yapan Davutoğlu ise “topraklarımıza tecavüz etmek isteyenlere TSK’nın hadlerini bildirdiğini” ifade etmiştir.[75] 25 Mart 2014’te ise, Genelkurmay yine benzer bir açıklama yaparak 5 adet F-16’nın 10 dakika 53 saniye süreyle Hatay’da yine füze sistemlerinin tacizine uğradığını duyurmuştur.[76] 26 Mart 2014’te AFP’ye bir mülakat veren Davutoğlu, Suriye’nin Türkiye’nin caydırıcılığını test etme cüretini göstermesine tepki göstererek, “Türkiye’nin sınır ötesi operasyon da dahil bütün askeri seçenekleri devreye sokmak için hazır olduğunu” söylemiştir.[77] Suriye BM Daimi temsilcisi Beşar El Caferi ise Türkiye’nin sınırdan teröristlerin geçişine kolaylık gösterip, destek verdiğini New York’taki BM Genel Merkez’inde açıklamıştır.[78] Dolayısıyla IŞİD’in Suriye’de güç boşluğunu doldurmasından itibaren Suriye’de terör örgütleri de bir gündem olarak öne çıkmıştır. Genelkurmay 29 Mart 2014’te Türk F-16’larının Suriye füze sistemleri tarafından taciz edildiğini tekrar duyurdu.[79] Suriye devlet başkanı Esad Haziran 2014’te gerçekleşen seçimlerin sonuçlarının açıklanmasından sonra üçüncü dönem tekrar başkanlığa seçilmiştir. 18 Temmuz 2014’te ise yaptığı zafer konuşmasında Başbakan Erdoğan’ı hedef alıp, Erdoğan’ın hem Suriye halkını zulümden kurtarmak istemesi hem de Emevi Cami’inde namaz kılmak istemesi arasındaki ‘tutarsızlığı’ ifade etmiştir.[80] Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, Erdoğan’ın yerine Başbakanlık koltuğuna oturan Davutoğlu 28 Eylül 2014’te 29 Mayıs Üniversitesi’nce yaptığı bir konuşmada, git gide dünya gündeminde öne çıkmaya başlayan IŞİD tehditliyle ilgili olarak Esad yönetimini suçlamıştır.[81] Davutoğlu, Esad’la 10 Ağustos 2011 yaptığı görüşmede kendisine “yedi saat dil döktüğünü” belirttikten sonra “halk ve ordunun karşı karşıya gelmesinin sonuçlarını Suriye’nin bugün yaşadığını” ifade etmiştir. 2 Ekim 2014’te ise TBMM’de, Irak ve Suriye’ye yönelik sınır ötesi operasyon yapma yetkisini içeren tezkere kabul edilmiştir. Metinde IŞİD tehlikesi ve teröristlerin verimli alan buldukları kısaca geçerken, bu tarz gelişmelerin sorumlusu olarak meşruiyetini kaybetmiş Suriye rejimi olarak gösterilmiştir.[82] Artan IŞİD tehdidiyle birlikte Esad’ın gidişi yönündeki çağrılar da bir azalmaya başlamış; Esad’ın gidişinin ikincil önemde olduğunu yönelik sinyaller gelmeye başlanmıştır. Bunun farkında olan Esad, uluslararası kamuoyuna 21 Kasım 2014’te IŞİD’e karşı birlikte mücadele etme teklifinde bulunmuştur.[83]
7 Ocak 2015’te Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kuzey Suriye’de otonom bir Kürt devleti oluşması tehlikesine dikkat çekerek, IŞİD ve PYD gibi örgütlerinin ortaya çıkma nedenini izlenen yanlış politikalar olduğunu belirtmiştir. Özellikle Türkiye’nin batılı müttefiklerini isim vermeden eleştiren Erdoğan, hava operasyonlarının netice almada mümkün olmadığını belirtip, Özgür Suriye Ordusu’na bir türlü gerekli yardımların yapılmamasının mevcut tabloyu ortaya çıkardığını vurgulamıştır.[84] 20 Ocak 2015’te Foreign Affairs dergisine bir röportaj veren Suriye Devlet Başkanı Esad, Erdoğan’ı “El-Kaide ideolojisinin uzantısı olan Müslüman Kardeşler ekolünün bir parçası olarak” nitelendirmiştir. Esad, Suriye’nin krizin ilk aşamalarından itibaren Türkiye’ye yönelttiği suçlamaların benzerlerini seslendirip, teröristlerin finansmanında Katar, Suudi Arabistan ve özellikle Türkiye rolü olduğunu ifade etmiş; Türkiye’yi terörün faaliyetlerinin lojistik üssü olarak nitelendirerek Türkiye’nin Suriye için tehdit olduğunu vurgulamıştır.[85]
Uluslararası düzende değişmeye başlayan Esad karşıtı duruş, BM Suriye temsilcisi Staffen de Mistura 14 Şubat 2015’te “Suriye’deki çözüm sürecinin Devlet Başkanı Esad’ı dışarıda bırakamayacağını” ifadesiyle dile dökülmüştür.[86] Nitekim, 2015 Mart’ının ortalarında CIA Başkanı John Brennan ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye’de çözüm için, ABD’nin Esad’la müzakere etmek durumunda kalacağı yönündeki açıklamalarda bulunmuşlardır.[87] Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, binlerce insanı kimyasal silah da kullanarak öldüren biriyle görüşülmesinin yanlışlığına dikkat çekmiş ve Kerry’e tepki göstermiştir.[88] 22 Temmuz 2015’te benzer şekilde İngiltere Dışişleri Bakanı Phillip Hammond Suriye’de Esad rejiminin çökmesini değil, siyasi bir geçişin olmasını istediklerini dile getirmiştir.[89] 19 Eylül 2015’te ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Esad’la ilgili olarak ABD’nin daha esnek bir politika izleyeceğinin işaretini vermiş; Esad’la ilgili “hemen birinci gün ya da ayda olmasına gerek yok” diye eklemiştir.[90] 23 Eylül’de ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esed’in Suriye’nin yalnız %15’ini kontrol edebildiğini belirtip, “butik bir devlet peşinde olduğunu” söylemiştir .[91] 24 Eylül 2015’te ise Erdoğan, gazetecilerin Suriye ile ilgili sorularını yanıtlarken, “Suriye’de Esad’lı bir geçiş olabileceğini” söyleyerek, Türkiye’nin uzun zamandır benimsediği söylemi değiştirdiğini göstermiştir. Bu noktada önemli olan Erdoğan’ın Suriye devlet başkanından bahsederken “Esed” yerine “Esad” demeyi tercih etmesiydi.[92] Söylemdeki bu değişik karşısındaki tepkiler üzerine Erdoğan, iki gün sonra, kendisinin Suriye politikasıyla ilgili aynı yerde durduğunu belirtip, Suriye’de çözüm ‘Esed’ ile olsa bu beş yılda olurdu diye eklemiştir.[93] Obama, BM Genel Kurulu'nda Esad’ı “masum çocukların üzerine bomba atan bir tiran” olarak anmıştır. [94] ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın aniden iktidarı terk etmesi yerine, “düzenli bir geçiş süreci”nin parçası olarak makul bir süre zarfında görevi bırakması gerektiğini ifade etmiştir.[95] Türkiye Esad’ın yönetimden ayrılmayacağının anlaşılmasından sonra müttefikleri ile birlikte hareket edebileceği yeni bir politikaya yönelmeye çabası içerisine girmiştir.
Suriye krizi, birden fazla özelliği ile dikkat çekmektedir. Ortadoğu’daki “Arap Baharı”nın etkisinde kalan Suriye’de rejim karşıtları ile Beşar Esad Yönetimi’nin mücadelesi Suriye’de istikrarın bozulmasına neden olurken; Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkiler de bundan etkilenmiştir. Dolayısıyla Suriye özelinde bir dış değişimin krizi tetiklemesinden söz edilebilir. Ayrıca Türkiye’nin Suriye’deki iç istikrarsızlığa gösterdiği ilgi Suriye açısından bir güvenlik tehdidi olarak da algılanmış: ve böylece Suriye Türkiye’nin ilgisini Suriye’deki rejime yönelik yıkıcı faaliyetlerin bir parçası olarak görmüştür. Bu durum Suriye özelinde krizin tetikleyicisi olarak kabul edilebilir. Buna ek olarak tırmanan çatışmacı ilişkiler ve kriz sürecinde Türkiye’nin Suriye’deki rejim karşıtlarını siyasi ve askeri açıdan desteklemekte oluşu, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin daha da tırmanmasına neden olmuş ve iki ülkeyi askeri bir çatışmanın eşiğine taşımıştır. Böylece şiddet içermeyen askeri yöntemlerin yer aldığı kriz yönetim stratejileri izlenmeye başlanmıştır. Kriz süreci içerisinde gerilimi dikeyde tırmandıran bir diğer önemli gelişme, Türkiye’ye ait RF-4 Keşif Uçağı’nın tartışmalı bir şekilde Akdeniz’de ulusal karasuları/hava sahası dışında düşmesidir. Türkiye bu olayda Suriye’yi suçlamış ve angajman kurallarını değiştirdiğini açıklamıştır. Tüm bu gelişmelere rağmen Suriye krizi özelinde karar alıcı için krizin tetikleyicisi gelişmenin ne olduğu yeterince açık değildir. Aslında 2011 Kasım ayı itibariyle Türkiye ve Suriye arasında başlayan kriz, iki taraflı, siyasi bir dış politika krizidir. Krizin karşı tarafı Suriye Devleti’dir. Bu noktada Suriye devletinden kast edilen ise Esad yönetimidir. Türkiye ve Suriye açısından krizi tetikleyen davranışı devlet gerçekleştirmiştir. Suriye açısından krizi tetikleyen davranış Türkiye’nin Suriye’deki rejimin değiştirilmesi talebi iken; Türkiye açısından Suriye’de sivillere yönelik baskı ve bunun beraberinde yaşanan insan hakları ihlalleridir. 2011 Türkiye-Suriye krizi tekrarlayan bir çatışma içerisinde ortaya çıkmış olmamakla birlikte gelişen süreçte pek çok kriz üretmeye devam etmektedir. Bu noktada RF-4’ün düşürülmesi, Süleyman Şah Türbesi’nin yerinin değiştirilmesi , sınır güvenliği ve hatta Rusya ile Türkiye arasındaki SU-24 krizinin aynı çatışmanın devamında meydana geldiğini belirtmek mümkündür. 2011 Türkiye-Suriye krizi, siyasi ve insani bir kriz olarak ortaya çıkmış olmakla birlikte; süreç içerisinde askerileşmeye başlamıştır. Kriz yönetim sürecinde Türkiye’de öne çıkan lider başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı döneminde Tayyip Erdoğan olmuştur. Ancak Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Ahmet Davutoğlu krizi yönetmeye başlamıştır. Yine de genel olarak bütün kriz sürecinde Erdoğan’ın daha fazla öne çıktığını belirtmek mümkündür. Krizin Suriye tarafında ise öne çıkan lider Beşar Esad’dır.
2011 Suriye krizinde krizi tetikleyen eylem ülke içerisindedir. Krizin temel tetikleyicisi insani talepler ve Suriye’deki rejimin değiştirilmesi yönündeki talepleri içeren sözlü eylemdir. Bu sözlü eylemin karşısında Esad yönetimi öncelikle tepki göstermekten çekinmiş ancak Türkiye’nin muhalif gruplara devam eden desteğinin artması üzerine Türkiye’yi Osmanlı devleti hayali peşinde olmakla suçlamıştır. Suriye krizi algılanan tehdidin ciddiyeti açısından bölgede ve bölgesel alt sistemde meydana gelebilecek saygınlık ve hak kaybına işaret etmektedir. Bununla birlikte krizin süreç içerisinde değişim göstermesi, Türkiye içerisinde bombalama vb. Eylemlere neden olduğu da göz önünde bulundurulduğunda sınırlı askeri tehdit unsurları içerdiği de ifade edilebilir. Türkiye Suriye krizi karşısında şiddet içermeyen askeri eylemleri de kapsayan çoklu eylem izlemiştir. Bu kapsamda kademeli olarak baskıyı arttırdığını da ifade etmek mümkündür. Öncelikle ekonomik yaptırımlara karar vermiş, Esad ailesinin malvarlıklarını dondurmuş, RF-4 olayının ardından ise NATO ittifakından alınan destek ile Suriye sınırına Patriot savunma sistemlerini yerleştirmiştir.
2011 Suriye krizinde Türkiye’nin uyguladığı kriz yönetim stratejisi şantajdır. Alexander George’un belirttiği üzere, şantaj stratejisi rakibin talep edilen şeyi/eylemi gerçekleştirmeyi reddetmesi halinde bir şekilde acı çekeceği ve zarara uğrayacağı algısını oluşturmak üzerine kurgulanmıştır. George, bu stratejide meydan okuyan tarafın krizi genelleştirerek beklenilen faydayı sağlamayı amaçladığını ifade etmektedir. Ancak şantaj, başarıya ulaştığında istenmeyen tırmanma riskinden kaçınılmasını sağlamaktadır. Şantaj stratejisi, savunmacı tarafa şantajcının blöfünü görse dahi yapılması istenilen davranışı gerçekleştirmeme olanağı sunmaktadır.[96] Suriye krizinde Türkiye’nin rejim değişikliği talepleri her ne kadar şantajın bir parçası olarak görülebilecekse de, Esad yönetiminin bu talepleri uygulamayı reddettiği göz önünde bulundurulduğunda hali hazırda başarılı biçimde uygulandığını belirtmek güçtür. Türkiye’nin kriz yönetim tekniği ise şiddet içermeyen çoklu çözümdür. İki ülke kriz sürecinde karşı karşıya gelmiş olmakla birlikte askeri açıdan doğrudan doğruya iki ülkeyi karşı karşıya getirecek bir çatışmaya girmekten uzak durulmuştur. Ancak Türkiye kriz sürecinde maddi güç açısından üstünlüğünü sürekli olarak vurgulamış; ve ibret verici güç kullanma tehdidinde bulunmuştur.

Kriz sürecinde Suriye’nin Türkiye karşısında uyguladığı kriz yönetim stratejisi ise zaman kazanmadır. Düşman, statükoya meydan okumaya karar verdiğinde ya da yavaşça meydan okumaya başladığında savunmacı taraf karşılıklı olarak kabul edilebilir bir anlaşma ihtimalini ortaya çıkarmak için zaman kazanmaya çalışabilmesidir. Örneğin kriz sürecinde Türkiye’nin reform talepleri karşısında Esad, 2011 Mart ayından itibaren reform sözü vermiş ve hatta bir reform paketi açıklamasına rağmen uygulanmamıştır. Bu surum Esad yönetimin uyguladığı zaman kazanma stratejisini doğrular niteliktedir. 2015 sonu itibariyle Türkiye-Suriye krizi devam ettiğinden bu krizde kriz sonrası evre mevcut olmadığı gibi kriz sonrası bir statüden de söz etmek mümkün değildir.
[1]“Suriye’de yeni hükümet işbaşında”, http://rudaw.net/turkish/middleeast/syria/28082014, [14.11.2015].
[2]“Suriye’de hükümet istifa etti”, http://www.internethaber.com/suriyede-hukumet-istifa-etti-337621h.htm, [12.11.2015].
[3]Ayşe Küçük, “Türkiye-İsrail İlişkilerinde Mavi Marmara Krizi: Kriz Yönetimi Açısından Bir İnceleme”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, YTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015):140.
[4]Veysel Ayhan, Türkiye-Suriye ilişkilerinde Yeni Dönem: Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi, Ortadoğu Analiz, (Cilt: 1, Sayı: 11, Kasım 2009): 27.
[5]Samir al-Taqi and Raymond Hinnebush, “As Seen From Damascus: the Transformation in Syrian-Turkish Relations”,Turkey-Syria Relations: Between Enmity and Amity, (eds) Hinnebush and Özlem Tür, (Farnharm: Ashgate, 2013):108.
[6]Erdem Kaya, “Suriye-İsrail Barışını Yeniden Düşünmek: Çözüm Ankara’yla Mümkün mü?”, http://www.bilgesam.org/incele/1343/-suriye-israil-barisini-yeniden-dusunmek--cozum-ankara%E2%80%99yla-mumkun-mu-/#.Vqtg7lOLS1s, [14.11.2015].
[7]Mehmet Turan Çağlar, “2011 Sonrası Türkiye-Suriye İlişkileri ve Suriye-Türkiye Krizi”, http://tdpkrizleri.org/images/pdfmakaleler/TDP-Turan-Final1.pdf, 1, [15.12.2015].
[8]“Suriye-Türkiye İlişkilerinde Dönüm Noktaları”, http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/galeridetay/57640/4369/11/suriye-turkiye-iliskilerinde-donum-noktalari, [15.11.2015].
[9]Aaron Stein, “IV. Stumbling in Iraq and Syria, 2011–14”, Whitehall Papers, (Vol. 83, No: 1, 2014): 59-87.
[10]Oytun Orhan, “Kuzey Suriye’de Güvenli Bölge ve Türkiye”, ORSAM Bölgesel Gelişmeler Değerlendirmesi, No: 33, Kasım 2015, 4, http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/20151117_33tr.pdf , [12. 12.2015].
[11]Muammer Elveren, “Model Türkiye”, Hürriyet, 1 Haziran 2011.
[12]Ahmet Nazmi Üste ve Levent Yılmaz, “Büyük Güçler, Suriye Krizi ve Türkiye”, CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, (Cilt:12, Sayı:2, Haziran 2014): 196.
[13]“Beşar Esad muhalifleri böyle tarif etti”, http://www.internethaber.com/besar-esad-muhalifleri-boyle-tarif-etti-354412h.htm, [16.10.2015].
[14]Suriye’den Türkiye’ye Yanıt, Hürriyet, 22 Haziran 2011.
[15]Tolga Tanış, “Esad Artık Meşru Değil”, Hürriyet, 13 Temmuz 2011.
[16]“Erdoğan: Davutoğlu'nu Suriye’ye Göndereceğim”, Radikal, 6 Ağustos 2011.
[17]“Davutoğlu'nun Açıklaması”, Hürriyet, 9 Ağustos 2011.
[18]“Turkish Foreign Minister Meets Syria's Assad”, http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2011/08/201189105938279417.html, [15.11.2015].
[19]Barış Çağlar, “Türkiye’nin Suriye Politikası: Yeni-Klasik Realist Bir Bakış”, Ortadoğu Analiz, Cilt:4, Sayı 47, Kasım 2012): 45.
[20]“Operasyonlar Durmazsa Konuşacak Bir Şey Kalmaz”, Hürriyet, 15 Ağustos 2011.
[21]“Şam Yönetimine ‘Söz bitti’ Mesajı”, Hürriyet, 16 Ağustos 2011.
[22]“Erdoğan: Akıttıkları Kanda Boğulurlar”, http://www.ntv.com.tr/turkiye/erdogan-akittiklari-kanda-bogulurlar,SLrAqoL9k0GxaAfEARaHEQ, [12.12.2015].
[23]“Davutoğlu: Türkiye her türlü senaryo için hazırlıklıdır”, Hürriyet, 25 Ağustos 2011.
[24]“2011’de Dünya ve Türk Dış Politikası (Eylül-Ekim)”, Zaman, 23 Aralık 2011.
[25]“Erdoğan: Gemilerimiz Akdeniz'de”, Hürriyet, 21 Eylül 2011.
[26]Ahmet Han, “Paradise Lost: A Neoclassical Realist Analysis of Turkish Foreign Policy and the Case of Turkish-Syrian Relations”, Turkey-Syria Relations: Between Enmity and Amity, (eds)Raymond Hinnebush and Özlem Tür, (Farnharm: Ashgate, 2013): 59.
[27]Çağlar, “2011 Sonrası...”, 12.
[28]Gideon Rose, “Neoclassical Realism and Theories of Foreign Policy”, World Politics, (Vol: 51, No: 1, 1998):150.
[29]Roee Nahmias, “Assad: Turkey seeking to recapture imperial days”, http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-4153293,00.html, [13.12.2015].
[30]“Ankara’dan Şam’a 9 Yaptırım”, Hürriyet, 1 Aralık 2011.
[31]“Tampon Bölge Dediğimiz Hususu Ciddi Olarak Düşünüyoruz”, Hürriyet, 2 Aralık 2011.
[32]“Suriye'den Türkiye'yle ilgili önemli karar”, Hürriyet, 2 Aralık 2011.
[33]Nebi Miş, “Suriye 2012”, Ortadoğu Yıllığı 2012, (Eds) Kemal İnat, Muhittin Ataman. Sakarya: Açılım Kitap, 2013): 234.
[34]“Suriye'yle ilgili kritik tasarıya çifte veto geldi”,Hürriyet, 4 Aralık 2011.
[35]“Türkiye: Esad Meşru Değil”,Hürriyet, 5 Şubat 2012.
[36]“Davutoğlu: Suriye Kimsenin Şahsi Mülkü Değil”, http://www.ntv.com.tr/turkiye/davutoglu-suriye-kimsenin-sahsi-mulku-degil,PJHYGvacmUKnmrVBz9cF3Q , [25.12.2015].
[37]“Sınır ihlali olursa gerekeni yaparız”, http://www.erhaber.com/haber/-20943.html, [ 10.12.2015].
[38]“Dublör Olma Dönemi Kapandı”, Hürriyet, 27 Nisan 2012.
[39]“Provokasyon Yapıyorsunuz”, Hürriyet, 29 Nisan 2012.
[40]Selçuk Şenyüz, “Erdoğan: Esad Er ya da Geç Gidecektir”, Hürriyet, 8 Haziran 2012.
[41]Metehan Demir, “Suriye Açıklarında Türk Savaş Uçağı Düştü”, Hürriyet, 22 Haziran 2012.
[42]“Suriye’nin Tavrı Belirleyecek”, Hürriyet, 23 Haziran 2012.
[43]“Türk Savaş Uçağı Suriye Karasularında Düştü”, http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/06/22/turk.savas.ucagi.suriye.karasularinda.dustu/666139.0/index.html , [12.12.2015].
[44]“Türkiye Suriye’ye nota verdi”,Hürriyet, 24 Haziran 2012.
[45]“Makdissi: Türkiye ve Suriye Düşman Değildir”, Hürriyet, 24 Haziran 2012.
[46]“Başbakan'dan Tarihi Suriye Kararı”,Hürriyet, 26 Haziran 2012.
[47]“NATO Türkiye'ye Destek İfade Etti”, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2012/06/120626_erdogan_syria_update.shtml , [12.10.2015].
[48]“Syria crisis: Tremseh 'massacre' - Friday 13 July 2012”, http://www.theguardian.com/world/2012/jul/13/syria-hama-massacre-live, [15.102015]
[49]“Davutoğlu, Esad'a ömür biçti”, Hürriyet, 25 Ağustos 2012.
[50]“Akçakale'ye top mermisi düştü: 5 ölü, 10 yaralı”, Hürriyet, 4 Ekim 2012.
[51]Ümit Çetin, “Türkiye Suriyeye Karşılık Verdi”, Hürriyet, 5 Ekim 2012.
[52]“Tezkere TBMM'den geçti”, Hürriyet, 4 Ekim 2012.
[53]“Erdoğan: Sekiz Kere Kaza mı Olur”,Hürriyet, 5 Ekim 2012.
[54]“Suriye: Türkiye'yle savaşmak istemiyoruz ama...”, Hürriyet, 11 Ekim 2012.
[55]Ahmet Davutoğlu, “2013 Yılına Girerken Dış Politikamız”, Dışişleri Bakanlığı’nın 2013 Mali Yılı Bütçe Tasarısının TBMM Genel Kurulu’na Sunulması Vesilesiyle Hazırlanan Kitapçık, 66, http://www.mfa.gov.tr/site_media/html/butce_2013.pdf , [16.11.2015].
[56]“Suriyeli mültecilerin sayısı 4 milyon 185 bine ulaştı”, http://www.aljazeera.com.tr/haber/suriyeli-multecilerin-sayisi-4-milyon-185-bine-ulasti, [15.10.2015]
[57]Uğur Ergan, “Ankara: Esad’lı geçiş olmaz”, Hürriyet, 26 Aralık 2012.
[58]“Esad'dan Ankara'ya çok ağır sözler”, Hürriyet, 22 Ocak 2013.
[59]“Patriot Test Ediliyor Almanlar Dondurma Yiyor”, Hürriyet, 26 Ocak 2013.
[60]“Esad: Erdoğan çıkarları için ülkesini feda eder”, Hürriyet, 18 Nisan 2013.
[61]“Esad halkına karşı kimyasal silah kullandı”,Hürriyet, 10 Mayıs 2013.
[62]Zeynep Şafak, “Kırmızı çizgi aşıldı”Hürriyet, 13 Mayıs 2013.
[63]“Güler: "8 Mayıs'ta ihbar geldi”, Hürriyet, 14 Mayıs 2013.
[64]“Başbakan'dan önemli açıklamalar”, Hürriyet, 26 Ağustos 2013.
[65]“Genelkurmay: “Görüldü, uyarıldı, vuruldu”, Hürriyet, 16 Eylül 2013.
[66]“Davutoğlu: Suriye misilleme yaparsa sonuçlarına katlanır”, Hürriyet, 18 Eylül 2013.
[67]“TSK: Suriye uçakları ve helikopteri sınırdan uzaklaştırıldı”, Hürriyet, 6 Ekim 2013.
[68]“Davutoğlu'dan Esad için sert sözler”, Hürriyet, 14 Ekim 2013.
[69]“Davutoğlu: Esad rejimine 'ehvenişer' denilecek noktaya gelindi”, Hürriyet, 9 Ocak 2014.
[70]“Davutoğlu: O türbeye saldırırsanız...”,Hürriyet, 14 Mart 2014.
[71]Uğur Ergan, “Türkiye sınır ihlali yapan Suriye uçağını düşürdü”,Hürriyet, 23 Mart 2014.
[72]“Suriye'den Türkiye'ye ilk tepki”, Hürriyet, 24 Mart 2014.
[73]“Başbakan Erdoğan: Tokadımız ağır olacak”, Hürriyet, 24 Mart 2014.
[74]“Suriye füzeleri 4.5 dakika Türk F-16'larına kilitlendi”, Hürriyet, 24 Mart 2014.
[75]"Hadlerini bildirdi uçağı düşürdü", Hürriyet, 24 Mart 2014.
[76]“TSK'dan açıklama”, Hürriyet, 25 Mart 2014.
[77]“Davutoğlu'ndan 'sınır ötesi operasyon' açıklaması”, Hürriyet, 26 Mart 2014.
[78]“Suriye'nin BM Temsilcisi: Türk hükümeti teröristlere destek veriyor”, Hürriyet, 27 Mart 2014.
[79]“Suriye'den 6 F-16 uçağına taciz”, Hürriyet, 29 Mart 2014.
[80]“Esad’dan Başbakan Erdoğan’a sataşma”,Hürriyet, 18 Temmuz 2014.
[81]İsmail Akduman, Yaprak Koçer, hakan Çelikbaş, “Davutoğlu: Esed'e 7 saat dil döktüm”, Hürriyet, 28 Eylül 2014.
[82]“Sınır ötesi müdahale de var yabancı askerler de: 9 Soruda ‘Irak-Suriye Tezkeresi’”, http://www.diken.com.tr/9-soruda-irak-suriye-tezkeresi/, [25.11.2015].
[83]“Suriye lideri Esad'dan IŞİD'e karşı işbirliğe çağrısı”, Hürriyet, 21 Kasım 2014.
[84]Erdoğan: 'Bu hırsızlar bizi mal sahibi yaptı', Hürriyet, 7 Ocak 2015.
[85]“Syria's President Speaks”, https://www.foreignaffairs.com/interviews/2015-01-25/syrias-president-speaks, [21.1.2015].
[86]“Esad, Suriye’de çözümün parçası”, Hürriyet, 14 Şubat 2015.
[87]“ABD: Suriye savaşını bitirmek için Esad'la konuşmak zorundayız”, Hürriyet, 16 Mart 2015.
[88]“Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'ndan Kerry'ye 'Esad' tepkisi”, Hürriyet, 16 Mart 2015.
[90]“Kerry: Esad Gitmeli ama...”,Hürriyet, 19 Eylül 2015.
[91]Vahap Munyar, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: Esed butik devlet peşinde”, Hürriyet, 25 Eylül 2015.
[92]“Erdoğan: Esad'lı geçiş dönemi olabilir”, http://www.evrensel.net/haber/261345/erdogan-esadli-gecis-donemi-olabilir, [25.11.2015].
[93]Burcu Purtul, “Suriye’ye yaklaşımım aynı”, Hürriyet, 25 Eylül 2015.[94]“Obama'dan BM Genel Kurulu'nda Esad için sert sözler: Masum çocukların üzerine bomba atan bir tiran”,Hürriyet, 28 Eylül 2015.
[95]“ABD: Esad makul sürede ayrılmalı”, Hürriyet, 30 Eylül 2015.
[96]Alexander L. George, “Strategies for Crises Management”, Avoiding War, ed: Alexander George, (USA: Westwiev Press, 1991): 315.