1992 Nahçivan Krizi
TÜBİTAK /SOBAG 1001 Projesi / Proje No. 112K172
Türkiye'de Dış Politika Krizlerinde Karar Verme ve Kriz Yönetimi Süreç Analizi

logotdp

Üye Giriş

Sitemize Hoş Geldiniz

Yine Bekleriz, Dileriz Yararlı Olmuştur...

Türkiye’nin Dış Politika Krizlerinde Ahdi Hukuk: Kıbrıs ve Nahçıvan Krizleri

Türkiye - Ermenistan İlişkilerinde Nahçıvan Sorunu

Perşembe, 28 Ocak 2016 14:53

Ana Sayfa 1992 Nahçivan Krizi

Ögeyi Oylayın
(0 oy)

1992-1993 NAHÇIVAN KRİZİ

Soğuk Savaş’ın son döneminde ABD ve SSCB arasında güç mücadelesinin arttığı  “İkinci Soğuk Savaş” yaşanmıştır.[1]  1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile iki kutuplu sistem yerini çok kutuplu sisteme bırakmıştır. Bu yeni dünya düzeni içerisinde ABD öncü durumdadır. Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile NATO’nun rolü sorgulanmaya başlamıştır.[2]

Soğuk Savaş sonrası süper güçlerin rekabetinden kaynaklanan güvenlik endişeleri yerini daha küçük devletlerin güvenlik endişelerine bırakmıştır.[3] Diğer bir deyişle, Soğuk Savaş dönemine damgasını vuran nükleer savaş tehdidi yerini iç savaş, mülteci sorunu,  terörizm, bölgesel çatışmalar gibi dinamiklere bırakmıştır. Genel olarak uluslararası sitemin yapısına bakıldığında ABD önderliğinde çok merkezli sistem,  sistem düzeyi açısından bölgesel alt sistem mevcuttur.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Kafkasya ve Orta Asya bölgesinde Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan bağımsızlığını kazandı. Bu dönemde Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile bölgede siyasi istikrarsızlık hakim oldu. Bölgeden Sovyet Birliği’nin çekilmesi ile meydana gelen güç boşluğunu diğer devletlerin doldurmaya çalışması ile bölge devletlerarası stratejik ve ekonomik rekabetin odağı oldu. [4]

Ortadoğu’ya yakın olması ve enerji kaynaklarına sahip olması nedeniyle Kafkasya ABD’nin ilgi odağı oldu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından  bölgede etkisi zayıflasa da Rusya,  bölgedeki ayrılıkçı güçleri destekleyerek etki alanının genişletme siyaseti izledi. Dağlık Karabağ savaşında Ermenistan’ı askeri açıdan destekleyerek çatışmaya müdahil oldu.  Bununla birlikte, Körfez Krizi sonrasında ABD’nin yayılmacı siyasetinden endişe eden Rusya

Kafkasya bölgesinde ABD ile güç yarışına girdi.[5] Türkiye’nin bölge ile olan ilişkisi 1990’ların ilk başında kültürel temelli olmuş,[6] 1990’ların ortalarında Azerbaycan ve Gürcistan ile enerji anlaşmaları imzalanmıştır.[7] Türkiye 1988’den itibaren cereyan eden Ermenistan-Azerbaycan sorununda Azerbaycan tarafını desteklemiş, Azerbaycan’a siyasi ve diplomatik destekte bulunmuştur. Ermenistan’ın 1991 yılında 1921 Kars Antlaşması ile oluşturulmuş sınırı tanımaması sonucu 1992 yılında Türkiye Ermenistan ile diplomatik ilişkileri kesmiştir.[8] Türkiye, Ermenistan ilişkilerinin yeniden düzelmesi olarak Ermenistan’ın Türkiye üzerindeki toprak taleplerinden vazgeçmesi, soykırım iddialarını bırakması ve Karabağ sorununun çözülmesi şartına bağlamıştır. İran bölgede mezhep temelli dış politika çizgisi izlemiştir. Güney Azerbaycan bölgesi ve Hazar’ın paylaşımı meselesi İran-Azerbaycan ilişkilerinde algısal güvensizlik yaratan bir unsur olmuştur.

Diğer yandan, önemin siyasi karar alma sürecinin dayanmış olduğu hukuksal zemini 1982 Anayasası belirlemektedir. Bu anayasaya göre güçler ayrılığı ilkesi söz konusudur. 1982 Anayasasının çizmiş olduğu çerçeve içerisinde dış politika karar alma mekanizmasının içinde yer alan başat aktör hükümet (Bakanlar Kurulu) olarak karşımıza çıkmaktadır. Hükümet dış politika konularında karar almakta ve bunların uygulanması ile ilgili Dışişleri Bakanlığı’na talimat vermektedir.[9] Dışişleri Bakanlığı yürütmenin aldığı dış politika kararlarını uygulamaktadır. Bununla birlikte, Dışişleri Bakanlığı Milli İstihbarat Teşkilatı dış politika ile bilgi toplamak, bu bilgiler ışığında yaptığı değerlendirmeleri siyasi makamlara sunmakla yükümlüdür.[10]

TBMM’de ise dış politika konuları tartışılmakla beraber TBMM’nin dış politika konusundaki asıl yetkisi meclis araştırması, genel görüşme, gensoru ve meclis soruşturması yollarıyla yürütmenin aldığı kararları denetlemektir. Cumhurbaşkanı yabancı ülkelere temsilci göndermek ve kabul etmek, uluslararası anlaşmaları onaylama ve istisnai hallerde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) kullanılmasına karar verme yetkileri vardır. Cumhurbaşkanının almış olduğu kararların siyasi sorumluluğu ise Bakanlar Kurulu tarafından üstlenilmektedir. TBMM’nin dış politika kararlarını denetlemekle beraber uluslararası hukukun meşru gördüğü durumlarda TSK’nın kullanılmasına veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi bulunmaktadır.

1982 Anayasası çerçevesinde TSK’nın dış politika karar alma sürecindeki rolü danışmanlık, planlama ve savunma gibi yetkilerle sınırlıdır. 1961 Anayasası ile oluşturulan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ise milli güvenlik ile ilgili aldığı kararları Bakanlar Kurulu’na bildirir. Milli Güvenlik Konseyi (MGK) 1980-1983 döneminde Türkiye’de başat karar alıcı aktör olmuş, 1983 genel seçimlerinin ardından 1989’a kadar MGK üyeleri Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyesi olarak karar alma mekanizmasında bulunmuşlardır. 1983 yılında kurulan Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği (MGKGS) milli güvenlik ile ilgili meselelerde kapsamlı dış politika önerileri oluşturmaktadır. Aynı zamanda, MGKGS, Bakanlar Kurulu ile MGK arasında eşgüdüm sağlamakla görevlidir.[11]

Turgut Özal 1989-1993 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapmış, bu dönemde Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz ve Süleyman Demirel başbakan sıfatıyla görev yapmışlardır. 1993 yılında Süleyman Demirel cumhurbaşkanı, Tansu Çiller başbakandır. Turgut Özal cumhurbaşkanlığı döneminde bürokrasiyi geri plana iten uygulamalara girmiştir.[12] Bürokrasideki hiyerarşik düzene önem vermeyerek ve geleneksel dış politika söylemini reddederek pragmatik ve ekonomi ağırlıklı dış politika söylemine ağırlık vermiştir.[13] Turgut Özal, cumhurbaşkanlığı döneminde, Dışişleri Bakanlığı, TSK, TBMM gibi kurumların dış politikadaki etkisini azaltarak dış politikanın oluşturulmasında aktif bir rol üstlendi. Çoğu zaman dış politika kararları verirken Dışişleri Bakanlığını dışarıda tutarak ve doğrudan diplomatlar ile ilişki kurarak Bakanlığı’nın dış politikadaki etkisini azalttı.[14] ANAP’ın mecliste çoğunluğa sahip olması ve ANAP tarafından desteklenmesi Cumhurbaşkanı Özal’ın dış politikada aktif tutum sergilemesine zemin hazırlamıştır.[15]

Cumhurbaşkanı Özal bürokrasi temelli dış politika çizgisini göz ardı ederek pragmatik, ekonomi ağırlıklı ve bir dış politika söylemine ağırlık vermiştir. Batı’lı ülkelerle ilişkileri geliştirmekle birlikte Batı eksenli dış politika geleneğinden farklılaşmıştır. Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkanlar ile ilişkileri geliştirerek çok yönlü bir dış politika uygulamıştır.[16] 1 Eylül 1991 TBMM açılış konuşmasında Turgut Özal Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya bölgesi için bir lider olabileceğinin altını çizmiştir.[17]

Döneme siyasi açıdan insan hakları ihlalleri, olağanüstü hal uygulamaları ve Kürt sorunu damgasını vurmuştur. Dışa bağımlı, neoliberal ekonomi politikası uygulanmıştır. Güneydoğu bölgesinde GAP aracılığıyla bölgesel kalkınma projesi hayata geçmiştir. Medya, kamuoyu, ordu ve iş dünyası dış politikanın şekillenmesine katkıda bulunan aktörlerdir.[18] 12 Eylül dönemi yasaklarının kalkması ile medyada dış politika daha rahat tartışmaya başlanmış, medya kamuoyunun oluşumunda etkin bir rol üstlenmiştir. Cumhurbaşkanı Özal dış ekonomik politika izlediği için iş dünyasından gelen bakanlar ekonomi kararlarında etki sahibi olmuşlardır. [19]

Döneme siyasi açıdan insan hakları ve Kürt sorunu damgasını vurmuştur. Dışa bağımlı, neoliberal ekonomi politikası uygulanmıştır. 1990 itibarı ile yapılan nüfus sayımında toplam nüfus 56.473.035’dir. Nüfusun %59’u il ve ilçe merkezlerinde %41’i belde ve köylerde yaşamaktadır. Nüfusun 28.607.047’u erkek, 27.865.988’i ise kadınlardan oluşmaktadır.Şimdi de krize uyuşmazlık, çatışma, kriz öyküsü ve temel bilgiler açısından bakıldığında şöyle bir tabloyla karşılaşılmıştır.

3 Aralık 1920’de imzalanan Gümrü Antlaşması ile Türkiye’nin doğu sınırı çizilmiştir. 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması Türkiye’nin doğu sınırlarlarını teyit etmiş ve Nahçıvan’ın statüsünü belirlemiştir. Bu antlaşma ile Sovyetler Birliği ve Türkiye “Nahçıvan kesiminin koruyuculuk hakkını üçüncü bir devlete karşı hiçbir zaman bırakmamak koşulu ile Azerbaycan’ın koruyuculuğunda özerk bir bölge oluşturulması konusunda” anlaşmaya varmışlardır.Bu antlaşma ile Nahçıvan topraklarının Aras talveg çizgisinin doğusu ile Tağna Dağı– Veli Dağ– Bağırsık– Kömürlü Dağ çizgisi arasından sıkışmış üçgen kesiminde, bu toprakların Kömürlü Dağ’dan başlayıp Saray Bulak– Ararat İstasyonundan geçerek Kara Su’nun Aras ile birleştiği yerde sona eren sınır çizgisinin Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan yetkili temsilcilerinden oluşacak bir komisyon eliyle belirlenmesi kararlaştırılmıştır.[20]

Türkiye, ayrıca 13 Ekim 1921 tarihinde Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’la Kars Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşma, dostluk antlaşmasıdır ve içerik olarak Moskova antlaşması ile benzerlikler gösterir. Bu antlaşma ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Sosyalist Sovyetler Cumhuriyetleri Hükümetleri Nahçıvan bölgesinde Azerbaycan’ın koruyuculuğunda özerk bir ülke oluşturulması konusunda anlaşmışlardır. Bağıtlı Taraflar, toprakları üzerinde, karşı taraf ülkesinin ya da ona bağlı topraklardan birinin hükümeti rolünü üstlenmek savında bulunan örgüt ve grupların kurulmasını ya da yerleşmesini ve öteki ülkeye karşı savaşım amacında olan grupların yerleşmesini hiç bir zaman kabul etmemeyi yükümlenirler.[21]

Ermenistan 23 Ağustos 1990 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. Türkiye, Ermenistan’ı bağımsızlığını ilan etmesinden kısa bir süre sonra tanımış ve insani yardım malzemesi göndermiştir. Türkiye’nin, Ermenistan ile komşuluk ilişkilerini geliştirmekteki kararlılığını, Ermenistan’ı Karadeniz Ekonomik İşbirliği’ne davet ederek sürdürmüştür.[22] Ancak, Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nde 1915 yılında yaşanan olayların “soykırım” olarak tanınması için çalışacağını deklare etmiş, bu deklarasyonun Ermenistan Cumhuriyeti’nin anayasasına temel oluşturacağı belirtilmiştir.[23] Ermenistan, Türkiye ile sınırını belirleyen 1921 Kars ve Moskova Antlaşmalarının geçerli olmadığı iddiasını da gündeme taşımıştır.[24] Bağımsızlık Bildirgesi’nde Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi, Batı Ermenistan olarak nitelendirilmiştir.

Ermenistan’ın bağımsızlık sonrası soykırım iddialarını gündeme getirmesi ve Türkiye ile olan sınırı tanımaması Türkiye-Ermenistan ilişkilerini gerginleştiren faktörler olarak ele alınabilir. Türk karar alıcıları bakımından olaya bakıldığında Nahçıvan Krizi 1992’de Ermenilerin Nahçıvan’ın Sederek İdari bölgesini işgal etmesi ile başlamıştır. Sederek,Sharur, Babak, Ordubad, Julfa, Kangarli, Shahbuz ile birlikte Nahçıvan’ı oluşturan 7 bölgeden biridir.[25] Sederek’in Türkiye-Nahçıvan sınırında bulunması sebebiyle Türkiye açısından stratejik önemi haizdir. Sederek’e Ermeni saldırıları Nahçıvan’ın Ocak 1990’da Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını ilanından hemen sonra başladı. Bu tarihte Ermeniler Sederek’e bağlı Kerki köyünü işgal etti.[26]

1992’den itibaren Nahçıvan’da yoğun çatışmalar yaşanmıştır. 3 Mayıs 1992 tarihinde Ermeni çeteler Nahçıvan’a saldırmış, Türkiye sınırına yakın köylere topçu ateşi açmıştır.[27] Saldırılar karşısında Demirel “Anormal bir durum yok. Hudut ihlali var sadece. Kars Valisi ile konuştum. Endişe edilecek bir durum olmadığını söyledi. Alarm yaratmaya neden olacak bir şey yok. Bush ile görüşeceğim” şeklinde konuştu.[28] Ermeni çeteler 7 Mayıs’ta Günnük köyü ve Şuşa kentini ele geçirmiştir.[29] Ermeni saldırıları karşısında Türkiye’nin ilk tepkisi sözsel nitelikte olmuştur. Başbakan Demirel, ABD Başkanı George Bush’u arayarak Nahçıvan’da Ermeni saldırılarının devam etmesi halinde Türkiye’nin garantör ülke olarak sessiz kalmayacağını bildirmiştir.[30]

18 Mayıs 1992 tarihinde Ermeniler, Sederek’e tekrar saldırı düzenlemiştir.[31] Daha önce belirtildiği üzere Sederek’in Türkiye ile Nahçıvan arasındaki sınır bölgesinde olması açısından stratejik önemi haizdir. Sederek’in düşmesi durumunda Türkiye ile Nahçıvan arasında sınır bağı kopmuş olacaktır. Sederek’e saldırılar devam ederken Nahçıvan yarı özerk bölge yönetiminin lideri olan Haydar Aliyev Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ünal Ünsal görüştü. Haydar Aliyev bu görüşmede durumun kritik bir önemi olduğunu ve Sederek’in her an Ermeni güçlerine düşebileceğini belirtti ve Türkiye’den müdahale talebinde bulundu.[32]

Sederek’e gerçekleşen Ermeni saldırıları Türk karar alıcılar açısından krizi tetikleyen bir gelişme olmuştur. Bu tarihten sonra Türk karar alıcılar arasında askeri müdahaleye ilişkin yoğun tartışmalar başladı. Dışişleri Bakan Vekili Onur Kumbaracıbaşı “Nahçıvan Karabağ’a benzemez. İmza koyduğumuz anlaşmalar var. Göz göre göre sınır değişikliğine izin vermeyiz. Ermenilerin daha fazla işin tadını kaçırmalarına izin vermeyeceğiz” şeklinde konuştu.[33] Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin Türkiye’nin Ermenistan’ın Nahçıvan’a dönük saldırılarına daha fazla sessiz kalamayacağını ifade etmiştir. Çetin, Türkiye’nin bu konudaki politikasının “silahla sınır değiştirilemez” şeklinde olduğunu belirtmiştir.[34] Dışişleri Bakanlığı Nahçıvan ile ilgili silah zoruyla oldu-bittilerin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğini deklare etmiştir.[35]

18 Mayıs 1992 tarihinde Başbakan Vekili Erdal İnönü “Nahçıvan’ın varlığına neden olmuş anlaşmada imzası bulunan bir ülke olarak, Nahçıvan’ın toprak bütünlüğünün korunması ve orada yaşayan insanların bir kazaya uğramaması için büyük dikkatimiz var” diyerek açıklamada bulunmuştur.[36] Erdal İnönü “Orada [Nahçıvan’da] dışarıdan gelen saldırıların durdurulması, saldırganların geri dönmesi, bütün bunların devletlerin ortak gücü ile yeni bir çatışmaya yol açmadan düzeltilmesini istiyoruz” diye konuştu.[37]İnönü, Ermenistan Dışişleri Bakanı Raffi Ovanisyan’ı telefonla arayarak, Nahçıvan’a yönelik saldırının hemen durdurulması gerektiğini ve saldırıların devam etmesi durumunda sonucun çok ağır olacağını bildirmiştir.[38] Türkiye’nin Nahçıvan’ın toprak bütünlüğü ile ilgili endişesi, Rusya Federasyonu ve ABD temsilcilerine anlatılmıştır.[39]

19 Mayıs 1992 tarihinde Türkiye’nin Ermenistan sınırına bir mekanize tugay ve tümen konuşlandırmıştır.[40] Demirel’in başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nda bir bildiri yayınlanmıştır. Bildiride “Ermenilerin son saldırıları karşısında Türkiye’nin bugüne kadar izlediği dengeli ve müzakereler yoluyla barışın sağlanmasına yönelik politikasının ciddi bir şekilde etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır” denilmiştir.[41] Türkiye’nin sınıra asker konuşlandırması ve Ermeni saldırıları karşısında Türkiye’nin politika değişikliğine gideceğini bildirmesi Türkiye’nin krizi tırmandırdığının bir göstergesidir.

Aynı gün Nahçıvan konusu Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmüştür. Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin şu şekilde konuşmuştur:

“Nahçivan Cumhurbaşkanı Sayın Haydar Aliyev ve Sayın Meclis Başkanıyla sürekli görüşmekteyiz. Ermeniler, Nahcivan sınır boyundaki kendi topraklarından top ve roket atışlarıyla, zaman zaman, saldırılarını artırarak sürdürmektedirler, öyle ki, sınıra 20 kilometre mesafedeki Şaror Kaymakamlığı dahi, bu uzun menzilli atışlardan isabet almıştır. Sayın Aliyev, Ermenistan Cumhurbaşkanı Petrosyan’la iki defa telefonla görüştüğünü, Petrosyan'ın, kendisine, top ve roket atışlarının durdurulacağına dair söz verdiğini belirtmiş; ancak, biraz önce kendileriyle yaptığım konuşmada, azalmış olmakla birlikte, tümüyle giderilemediğini söylenmiştir. Durumu yerinde incelemek üzere Nahcivan’a derhal bir heyet göndermekteyiz. Heyetimiz, Nahçıvan’ın maruz kaldığı saldırıyı bütün unsurlarıyla yerinde belirlemeye ve gözlemler yapmaya çalışacaktır.

            …

Kafkasya'da, 7 milyonluk Azerbaycan ve 60 milyonluk Türkiye arasında sıkışmış olan 3,5 milyonluk küçük bir ülkenin saldırgan davranışlarına karşı çıkmak için derhal silaha sarılmak cihetine gitmek, gerekirse en son yapılacak işi, en başta yapmak olurdu; bu da, meselenin kendi boyutlarının dışına taşmasına ve genel bir Müslüman - Hıristiyan ihtilafına dönüşmesine yol açabilirdi. Biz, Azerî kardeşlerimizin haklı davalarının sözcülüğünü üstlenerek, hukuk dışı davranan tarafı dünyaya tescil ettirdik ve uluslararası toplumun sorumluluğu üstlenmesini sağlamaya çalıştık. Savaş alanındaki halihazır durum elbette ki geçicidir. Azerbaycan, bu haksız durumun düzeltilmesinde, sadece Türkiye'yi değil, artık, dünyayı da giderek arkasında bulacaktır”.[42]

21 Mayıs 1992 tarihinde Azeriler Ermeniler tarafından ele geçirilen Sederek bölgesindeki Kırmızılar tepesini geri almıştır. Akabinde, bu bölgedeki Mil tepesinin alınması için Azeriler Ermenilerle çatışmaya girmişlerdir. Haydar Aliyev, Türkiye’den asker istemediklerini belirtmiştir. Ancak, durumun belirsizliği karşısında “her gün yeni gelişmeler oluyor. İşler kötüye giderse bu hiç istemeyeceğimiz anlamına gelmesin” diyerek çatışmaların dinamiğine göre Türkiye’den askeri yardıma açık olduklarının sinyallerini vermiştir. [43]

Haydar Aliyev, açıklamasında, Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter Petrosyan’ın iki ülke arasında ateşkes sağlanması için Türkiye’nin müdahale etmeme koşulu getirdiğini belirtmiştir. Aliyev “Petrosyan, Nahçıvan ile Ermenistan’ın işbirliği ile olayların önlenebileceğini söylüyor. Bana açıkça Türkiye’nin olaylara karışmamasını, böyle bir durumun sağlanması durumunda ateşkesi durdurmaya hazır olduklarını söyledi. Ben de kendisine savaşın Ermenistan tarafından başlatıldığını, bunu Nahçıvan’ın üzerine yıkmanın yanlış olacağını hatırlattım ve anlaşma yapmaya hazır olduğumuzu bildirdim. Bu görüşmeden sonra Ermenistan’ın Savunma Bakanı Serkisyan’la telefon bağlantısı kurdum. Aynı sözleri o da söyledi” diye konuştu.[44]

23 Mayıs’ta Ermenilerin Sederek’te başlattığı çatışmalar dururken, Azeri milislerin Ermeni tarafına yaptığı top atışları devam etti.[45] 25 Mayıs’ta Demirel Rusya Federasyonu başkanı Boris Yeltsin ile bir araya geldi. Yeltsin görüşme sonrası Rusya’nın Kafkasya bölgesinden askerlerini çekeceğini ve eski SSCB sınırları içindeki mevcut anlaşmazlıkların politik yollardan çözülmesinden yana olduğu mesajını verdi.[46] Görüşme sonrasında imzalanan Türk-Rus ortak bildirisinde Ermenistan kınandı ve Ermenistan-Nahçıvan sınırında yaşanan çatışmaların endişe verici olduğu vurgulandı.[47]

28 Mayıs 1992 tarihinde Başbakan Demirel Türkiye’yi Nahçıvan’a bağlayan Hasret-Umut köprüsünün açılışında “Kim kuvvet kullanarak kullanarak toprak kazanma yoluna giderse, bilmelidir ki, kendisinden daha kuvvetlisi de vardır ve pişman olacaktır” demesi Türkiye açısından krizin devam ettiğinin bir göstergesidir.[48] Türkiye’nin güç kullanma tehdidine rağmen Nahçıvan’a saldırılar devam etmiştir. 31 Mayıs’ta Ermeniler Nahçıvan’ın Ordubad bölgesinin Çotam, Genze, Soyuk ve Çilid köylerini top ateşine tutmuştur.[49]  6 Ağustos 1992 tarihinde Ermeni çeteleri Nahçıvan’a saldırılarını arttırmışlardır. Ermeni kuvvetleri Nahçıvan’ın doğusundaki Şaşur kentini ve bazı köyleri top ateşine tutmuştur.[50]

6 Nisan 1993 tarihinde Türkiye’nin, Nahçıvan sınırına yine askeri birlik konuşlandırmıştır. Sınırda askeri hareketliliğin artması Ermenistan tarafından endişe ile karşılanmış, Ermenistan’ın Moskova Büyükelçisi Feliks Mamikonyan bu durumun Ermenistan’ı misillemeye zorladığını ve Ermenistan’ın saldırıya uğraması durumunda Rusya’dan askeri yardım almayı düşündüklerini belirtmiştir.[51] Bu açıklama, Türkiye’nin sınır politikasının Ermeni karar alıcılar için kriz yaratan durum oluşturduğunu göstermektedir. Diğer bir ifade ile, Türkiye’nin sınıra asker konuşlandırması Ermenistan’da Türkiye’nin saldırıda bulunacağına ilişkin tehdit algısında artmaya yol açmıştır. Ermenistan Devlet Başkanı Levon-Ter Petrosyan’ın “Bugüne kadar sorunun barışçıl yoldan çözümlenmesi için uluslar arası camianın harcadığı çabalar, Bakü ve Ankara yüzünden sonuçsuz kaldı” şeklindeki açıklaması Türkiye-Ermenistan arasındaki gerginliği yansıtmaktadır. [52]

7 Nisan 1993 tarihinde Kırgızistan gezisinde Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Nahçıvan’a asker gönderilmesini önerdi. Özal  “…Ermeni hududunda siz ciddi bir manevra, ciddi bir şey yapsanız, üç tane merminiz de o tarafa düşse…Ne olur?  Yani mesele sen fazla ileri gidersen ben buradayım demektir. Bunu lafla değil, fiilen yapmak lazım…” şeklinde konuştu.[53] Yine konu ile ilgili, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Türkiye Daimi Temsilcisi Mustafa Akşin, “Türkiye, Azerbaycan’ın işgaline izin vermeyecek, Azerbaycan’ı savunacak” diye konuştu.[54]

3 Eylül 1993 tarihinde gerçekleşen Çankaya zirvesinde asker gönderme yetkisi için TBMM’ye gidilmesi tartışıldı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller, Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’in katıldığı toplantıda Azerbaycan ile karşılıklı güvenlik ve işbirliği anlaşmasının yapılması ve Azerbaycan’a yönelik bir saldırı durumunda Türkiye’nin bölgeye asker göndermesi seçeneği masaya yatırılmıştır.  Sonuç olarak, toplantıda Körfez Savaşında olduğu gibi Ermeni saldırılarını durdurmak amacıyla TBMM’den yetki alınması noktasında toplantı yapılmıştır.[55] Aynı tarihte, TSK ait jet uçaklarının Türkiye-Ermenistan sınırında keşif uçuşu yapması, Türk karar alıcıların krize verdiği tepkinin askerileşme derecesini arttırdığını göstermektedir.[56]

11 Eylül 1993 tarihinde Ermenistan sınırına TSK tarafından tank, top, uçaksavar, zırhlı personel taşıyıcı, havan birlikleri ile yığınak yapılmaya başlaması ile Türk karar alıcılar açısından krizin tırmandırmaya devam etmiştir. Ermeni askerleri de sınırın diğer tarafında eş zamanlı olarak siper kazmaya başlaması Türkiye’nin sınırdaki askeri hareketliliğinin Ermenistan tarafından tehdit olarak algılandığı ve bir kriz durumu oluştuğunu göstermektedir.[57]12 Eylül’de Türkiye’nin Nahçıvan-Ermenistan sınırında yerleştirilen tank, top, uçaksavar ve uzun menzilli ağır topların namlularının Ermenistan’a çevrilmesi iki ülke arasında yüksek savaş ihtimali olduğunu göstermektedir.[58]

12 Eylül’de kriz iki taraflı tırmanma seyri gösterse de sonra Nahçıvan’da çatışmalar geçici olarak durmuştur. 1 Haziran 1994 tarihinde Ermeni güçleri Sederek bölgesini topçu ateşine tutmuş, Sederek’in Günnet köyüne girip, bölgeye ait tepeleri ele geçirmişlerdir.[59] Çatışmalar 1996 yılında tekrar şiddetlenmiş, Şubat ayında Nahçıvan’a bağlı Yerashavan köyünde Azeri ve Ermeni birlikleri arasında çatışmada birçok kişi yaşamını yitirmiştir.[60] Ancak, 1994 ve 1996 yıllarında yaşanan çatışmalar Türk ve Ermeni karar alıcılar açısından kriz olarak nitelenmemiştir.

Türk karar alıcılar açısından kriz dönemi 1992-1993 dönemini kapsamaktadır. Türkiye’nin krizi tırmandırması Ermenistan karar alıcılar açısından krizin tetikleyicisi olmuş, sonuç olarak iki ülke savaşın eşiğine gelmiştir. Ancak, krizin tırmanmasından hemen sonra unutulma evresine girdiği gözlemlenmektedir. Bu tarihten sonra Nahçıvan’daki çatışmalar seyrekleşmiş, iki ülkenin gündeminden düşmüştür. Kriz sonrası evrede Ermenistan’ın Nahçıvan’ı işgalinin büyük oranda engellendiği görülmektedir. Ancak, exclave sayılan Karki bölgesi halen Ermenistan işgali altındadır. Karki, hukuken Azerbaycan’ın bir parçası olsa da, de facto olarak Ermenistan’ın kontrolü altında kalmıştır.[61] Ermenilerin Azerbaycan’ın Karki bölgesini işgal etmesi ile birlikte bölgede yaşayan Azeri nüfusu terk etmiş ve bu tarihten sonra Karki, Tigranashen diye anılmaya başlanmıştır.[62]

Nahçıvan konusunda kriz yönetim süreci şu şekilde analiz edilmektedir. Nahçıvan krizi Türkiye’nin garantörlüğünü üstlendiği Nahçıvan’ın toprak bütünlüğünün ihlal edilmesi neticesinde ortaya çıktığından ötürü Türkiye açısından dolaylı kriz niteliğindedir.

1990 yılında Nahçıvan’da gerçekleşen Ermeni saldırıları 1992 yılında yoğunlaşmıştır. Artan Ermeni saldırıları karşısında Türkiye’nin ilk tepkisi sözlü uyarı niteliğinde olmuştur. 18 Mayıs’ta Türkiye ile Nahçıvan sınır bölgesinde yer alan Sederek’e saldırı düzenlenmesi Türk karar alıcıları açısından kriz yaratan durum olarak değerlendirmiştir. Türkiye sınırına asker konuşlandırarak ve gerekirse güç kullanacağını deklare ederek krizi tırmandırmıştır. 3 Eylül 1993 tarihinde iki tarafın da karşılıklı olarak sınırına asker yığması savaşın eşiğine gelindiğinin göstergesidir. Ancak krizin sonuçlanması hukuksal bir düzenleme ile gerçekleşmemiştir. Bu tarihten sonra Nahçıvan’da çatışmalar kısa süreli olarak durmuş, Nahçıvan konusu Türkiye’nin ana gündem maddesinden çıkmıştır. Çatışmaların Türkiye’nin diplomatik ve askeri baskıları neticesinde azalması nedeniyle sonucun niteliği Türkiye açısından üstünlük sağlayıcı ve zımni uzlaşı kategorisinde değerlendirilebilir. 1994 ve 1996 yıllarında milis gruplar arasında küçük çaplı çatışmalar olsa daNahçıvan’ın toprak bütünlüğü korunmuştur.

Nahçıvan krizi  çatışma-kriz ilişkisi açısından bakıldığında tekrarlanmayan çatışma; ortaya çıkış şekline göre bakıldığındaysa ani kriz özelliği göstermektedir. Krizi tetikleyen aktörün başından beri Ermenistan  (devlet) olmuştur. Yani krizler boyunca tetikleyici eylem dışarıda olmuştur. Krizde taraf aktör sayısı iki taraflı olmuştur. Kriz sürecince herhangi bir devlet ya da örgütün doğrudan müdahalesi olmamıştır.

Kriz çıkaran tarafın niyetine bakıldığında Ermenistan doğrudan Türkiye’nin toprak bütünlüğüne bir tehdit teşkil etmemesine rağmen Türkiye, Nahçıvan’ın toprak bütünlüğünü garanti altına alan uluslararası antlaşmalara taraf olması sonucu Nahçıvan sorununa müdahil olmuştur. Dolayısıyla, Türkiye açısından kriz Nahçıvan’ın toprak bütünlüğünün tehdit edilmiş olması ve saldırıya uğraması ile ortaya çıkmıştır.

Krizi genel niteliğine/kategorisine göre değerlendirdiğimizde Türkiye açısından dolaylı kriz özelliği taşımaktadır. İçerik açısından bakıldığında ise askeri, güvenlik, diplomatik, siyasi ve hukuksal alanları kapsamaktadır. Sederek idari bölgesi Türkiye’nin Nahçıvan sınırında bulunması sebebiyle stratejik öneme sahiptir. Türkiye Nahçıvan’ın toprak bütünlüğünü korumak için diplomatik, siyasi ve askeri yöntemleri denemiştir. Meselenin Türkiye açısından kriz olması Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalardan kaynaklanmaktadır.

Krizin tetikleyicileri sistemdeki dış değişim, siyasi ve dolaylı şiddet olarak tasnif edilebilmektedir.Kriz tetikleyicisinin şekliyse sistemdeki değişim, anlaşma ihlali ve statü ihlali olarak tasnif edilebilmektedir. Kriz yaratan olaya ilk tepki sözlü tepki, siyasi tepki, şiddet içermeyen askeri eylemleri kapsayan çoklu tepki şeklinde olmuştur.

Krize söz konusu olan tehdidin ciddiyeti siyasi, saygınlık ve hak kaybı, toprak kaybı ve varlığa yönelik tehdit şeklindedir. Ermeni saldırıları Nahçıvan’ın toprak bütünlüğünü tehdit etmiştir. Bu tehdit karşısında Türkiye’nin yükümlü olduğu uluslararası antlaşmaları göz ardı ederek sessiz kalması Türkiye’nin imajını zedeleyici sonuçları olabilirdi.

Türkiye kriz boyunca zorlayıcı diplomasi stratejisini uygulamıştır. Türkiye’nin kriz yönetim tekniği 3. aktör desteği ve şiddet içermeyen askeri yöntemlerine başvurduğu görülmektedir. Kriz döneminde Türk yetkililer ABD ve Rusya temsilcileri ile bir araya gelerek Türkiye’nin Nahçıvan’ın statüsü konusundaki endişelerini dile getirmişlerdir. Türkiye en son seçenek olarak sınırına asker yığarak krizi tırmandırma yöntemine başvurmuştur. Ermenistan’ın kriz yönetim stratejisi sınırlı tersine çevrilebilir tepki şeklindedir. Ermenistan krizin ilk safhalarında şiddet içermeyen çözüm yöntemlerini kullanırken, krizin son safhasında şiddet içeren çözümlere başvurmuştur.

Kriz boyunca şiddetin seviyesi ibret verici güç kullanma tehdidi düzeyinde kalmıştır. Kriz boyunca üçüncü aktör olarak Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), ABD ve Rusya dolaylı olarak müdahil olmuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Dağlık Karabağ ile ilgili aldığı 822 sayılı kararında Azerbaycan ve Ermenistan’ın kötüye giden siyasi-güvenlik ilişkisinin endişe kaynağı olduğu vurgulanmış ve Ermenistan’ın Kelbecer dahil olmak üzere işgal ettiği diğer Azerbaycan topraklarından çekilmesi talep edilmiştir.[63] Soğuk Savaş döneminde Avrupa’nın bütünlüğünün korunması maksadıyla oluşturulan Helsinki Nihai Senedi’ne dayanan AGİT, 1996 yılında Lizbon zirvesinde Ermenistan ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün korunmasını içeren tavsiye kararları almıştır.[64]

Nahçıvan’daki çatışmalar ile eş zamanlı olarak meydana gelen Dağlık Karabağ’daki Azerbaycan-Ermenistan savaşında Rusya Ermenistan’a siyasi ve askeri destek vermiştir. 1991 yılında Rusya-Ermenistan güvenlik antlaşması imzalanmıştır.[65] 1992’den itibaren Rusya Ermenistan’a silah ve yakıt yardımı yapmış, Rus askerleri Ermeni askerlerinin yanında savaşmıştır.[66] Rusya’nın Ermenistan’da askeri varlık göstermesi Türkiye-Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerin seyrinde Rusya’nın stratejik tercihinin Ermenistan’dan yana olduğunu göstermiştir.  Benzer şekilde, Azerbaycan’ın kendi topraklarındaki İran Azerileri üzerindeki etkisinden endişelenen İran Dağlık Karabağ savaşında Ermenistan’ı desteklemiştir.[67]Rusya ve İran’ın Ermenistan’ı destekleyen politikaları krizin genel seyri içerisinde Türkiye’nin askeri seçenekler daha az dillendirmesine yol açmıştır.

Kriz süresince Türkiye, ABD ve Rusya ile iletişimini hiç koparmamış, Türkiye’nin Nahçıvan’ın toprak bütünlüğü ile ilgili endişeleri bu ülkenin temsilcilerine anlatılmıştır. 5 Mayıs 1994’te Azerbaycan, Ermenistan, Dağlık Karabağ ve Rusya Federasyonu arasında imzalanan ve Dağlık Karabağ savaşını sonlandıran Bişkek Protokolü ile Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesi kararlaştırılmıştır.[68]

Nahçıvan krizinde sonucun niteliği Türkiye açısından Nahçıvan’ın toprak bütünlüğü ile ilgili üstünlük sağlayıcı ve zımni uzlaşı şeklinde olmuştur. Kriz sonrası durumda Moskova Antlaşması ile garanti edilen Nahçıvan’ın toprak bütünlüğün meselesinin korunmuş olmasıyla krizi sınırlandırdığı için başarı ile yönetilmiş bir kriz yönetim süreci görülmektedir.   Diğer bir ifade ile kriz yönetim sürecinde statüko antenin sağlandığı görülmektedir. Krizin sonucu zamanla unutulma şeklinde olmuştur. 1993’ten sonra Nahçıvan’daki çatışmalar bir süreliğine durduktan sonra 1994 ve 1996 yıllarında milis gruplar arasında ateşkes ihlali sayılabilecek küçük çaplı çatışmalar olsa da bunlar krize dönüşmemiştir. Ancak, 1993 yılından sonraki dönemde Nahçıvan özelinde herhangi bir çatışmanın Türk ve Ermeni karar alıcılar açısından kriz teşkil ettiğine dair herhangi bir resmi açıklama ya da eylem gözlemlenmemiştir.

 


[1] Baskın Oran (der) Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savasından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt 2: 1980-2001, Istanbul: Iletisim, 2001, s. 12.

[2]Mustafa Aydın, “Türkiye Farklı Alternatifleri Bir arada Yaşamak Zorunda”, Habibe Özdal, Osman Bahadır Dinçer, Mehmet Yegin (der.) Mülakatlarla Türk Dış Politikası: Cilt3,  Ankara: USAK Yay., 2010, s. 9.

[3] Matthew  Evangelista, Ülkesel Yapı ve Uluslar arası Değişim, Michael W. Doyle ve G. John Ikenberry (der) Uluslararası İlişkiler Teorisinde Yeni Düşünce, İstanbul :Beta Yay., 2015, s. 225.

[4] Mustafa Aydın, “Kafkasya ve Orta Asya’yla İlişkiler”, Oran, Türk Dış Politikası…, s. 366-370.

[5] Ariel Cohen, "Azerbaijan and U.S. Interests in the South Caucasus: Twenty Years After Independence", Diba Nigar Göksel ve Zaur Shiriyev (der) The Geopolitical Scene of the Caucasus: A Decade of Perspectives, Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı, 2013, ss. 52-55; 66.

[6] Elin Suleymanov, "The South Caucasus: Where the U.S. and Turkey Succeeded Together", Diba Nigar Göksel ve Zaur Shiriyev (der) The Geopolitical Scene of the Caucasus…,s. 15.

[7] Gulshan Pashayeva, The Nagorno-Karabakh Conflict in the Aftermath of the Russia-Georgia War, Diba Nigar Göksel ve Zaur Shiriyev (der) The Geopolitical Scene of the Caucasus…, s. 249.

[8] Mustafa Aydın, “Büyük Oyundan Bölgesel Rekabete (1995-2000)”, Oran, Turk Dış Politikası…, s. 408.

[9] Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe…, ss. 12-14.

[10] Ercüment Yavuzalp, Liderlerimiz ve Dış Politika, Ankara: Bilgi Yay.,,1996,  s. 326.

[11]Muharrem Aksu, “Türk Dış Politikası Karar Alma Mekanizmasında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Etkinliği ve 2003 Sonrası Değişim”, Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 17, Sayı 3, 2012, ss.444-448.

[12] Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe…,, s.74.

[13]Muhittin Ataman, “Özalist Dış Politika: Aktif ve Rasyonel bir Anlayış”, Bilgi, Sayı 7, Yıl 2, 2003, ss. 49-64; Ercüment Yavuzalp, Liderlerimiz ve Dış Politika, Ankara: Bilgi Yay., s.317.

[14]Müge Aknur, “TSK’nın Dış Politika Üzerindeki Etkisi”, Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil (der) Türkiye’nin Değişen Dış Politikası,  Ankara: Nobel Yayın, 2010, ss.130-131.

Ramazan Gözen, “Türk Dış Politikasında Karar Alma Mekanizması, Turgut Özal ve Körfez Krizi”, Yeni Türkiye, Cilt 2, Sayı 1,  1996, ss. 286-302.

[15] Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe…,s. 314.

[16] Muhittin Ataman, "Özalist Dış Politika: Aktif ve Rasyonel bir Anlayış", Bilgi, Sayı 7, No. 2, 2003, ss. 49-64.

[17] TBMM, Yasama Yılı Açılışlarında Cumhurbaşkanlarının Konuşmaları (1 Eylül 1990-1 Ekim 2011), 2. Cilt, Ankara: TBMM Basımevi, 2011, ss. 3-9.

[18]İlhan Uzgel, “TDP’nin Olusturulması”, Oran, Türk Dış Politikası…, s. 81.

[19]Uzgel, “TDP’nin Olusturulması…”,ss.80-4.

[20]  İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Antlaşmaları, Cilt 1, Ankara, 1989, ss.32-38.

[21] Soysal, Türkiye'nin Siyasal Antlaşmaları…, ss. 41-47.

[22] Araz Aslanlı, “Karabağ Sorunu ve Azerbaycan-Türkiye-Ermenistan İlişkileri”, Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, s.179.

[23]Ermenistan Bağımsızlık Deklarasyonuhttp://www.gov.am/en/independence

[24] Aslanlı, “Karabağ Sorunu…”,s.179.

[25] Nahchivan Authonomous Republic http://nakhchivan.preslib.az/en_a1.html

[26] Salih Sılay Koçer, “The Impact of Mountainous Karabagh Conflict on Nakhchevan Autonomous Republic of Azerbaijan”,  Review of Armenian Studies, Cilt 9, Sayı 3,2005, s. 2.

[27] “Nahçıvan Ermeni Ateşi Altında”, Milliyet, 4 Mayıs 1992, S.11.

[28] “Anormal Bir Durum Yok”, Milliyet, 5 Mayıs 1992, S.17.

[29] “Nahçıvan’a Ermeni Saldırısı”, Milliyet, 8 Mayıs 1992, S.7.

[30] “Demirel: Nahçıvan’a Seyirci Kalamayız”, Milliyet, 8 Mayıs 1992, s.7.

[31] “Sederek Kasabası Düşüyor”, Milliyet, 19 Mayıs 1992, S.7.

[32] “Askeri Müdahale Tartışması”, Milliyet, 19 Mayıs 1992, S.7.

[33] Derya Sazak “Nahçıvan’a Müdahale”, Milliyet, 19 Mayıs 1992, S.12.

[34] “Çetin: Seyirci Kalamayız”, Milliyet, 19 Mayıs 1992, S.7.

[35] “Askeri Müdahale Tartışması”, Milliyet, 19 Mayıs 1992, S.7.

[36] “Sınırlar Değişmez”, Milliyet, 19 Mayıs 1992, S.7.

[37] “Sınırlar Değişmez”, Milliyet, 19 Mayıs 1992, S.7.

[38] “Sınırlar Değişmez”, Milliyet, 19 Mayıs 1992, s.7.

[39] “Sınırlar Değişmez”, Milliyet, 19 Mayıs 1992, s.7.

[40] “Eller Tetikte”, Milliyet, 20 Mayıs 1992, s.1.

[41] “Askeri Müdahaleden önce BM”,Milliyet, 20 Mayıs 1992, s.7.

[42]78’inci Birleşim Dönem 19, TBMM Tutanak Dergisi, Cilt 11 Yasama Yılı 1, s. 204-205. https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d19/c011/tbmm19011078.pdf

[43] “Aliyev’in Endişesi”,Milliyet, 22 Mayıs 1992, s.7.

[44] “Aliyev’in Endişesi”, Milliyet, 22 Mayıs 1992, s.7.

[45] “Nahçıvan’da Savaş Var mı Yok mu”, Milliyet, 24 Mayıs 1992, s.7.

[46] “Rus Ordusu Çekiliyor”,  Milliyet, 26 Mayıs 1992, S.7.

[47] “Diplomatik Başarı”,  Milliyet, 27 Mayıs 1992, S.1.

[48] “Ermeni’ye Gözdağı”, Milliyet, 29 Mayıs 1992, s. 1.

[49] “Nahçıvan Karanlıkta”, Milliyet, 1 Haziran 1992, s. 7.

[50] “Nahçıvan Ateş Altında”, Milliyet, 7 Ağustos 1992,, s.6.

[51] “Erivan’dan Misilleme”, Milliyet, 6 Nisan 1993, s. 14.

[52] “Erivan’dan Misilleme”, Milliyet, 6 Nisan 1993, s. 14.

[53] “Askeri Önlemler Şart”, Milliyet, 3 Nisan 1993, s. 15.

[54] “”Azerbaycan’ı Savunuruz”, Milliyet, 8 Nisan 1993, s.1.

[55] “Çiller’e Asker Gönderme Yetkisi”, Milliyet, 4 Eylül 1993, s.19.

[56] “Çilller’e Savaş Yetkisi”, Milliyet, 4 Eylül 1993, s.1.

[57] “Ermenistan Sınırına Yığınak”, Milliyet, 12 Eylül 1993, s.18.

[58] “Namlular Hedefte”, Milliyet, 13Eylül 1993, s. 1.

[59] “Ermeniler Nahçıvan’da İlerledi”, Milliyet, 1 Haziran 1994, s.17.

[60] “Kafkasya’da Karmaşa”, Milliyet, 26 Şubat 1996, s. 16.

[61]Simon Gwyn Roberts, Shades of Expression: Online Political Journalism in the Post-colour Revolution Nations, Chester: University of Chester Press,  2013, s.150.

[62]Nicholas Holdin, Armenia: With Nagorno Karabagh, Guilford: Guilford Press, 2011, s. 158.

[63] 822 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı http://2001-2009.state.gov/p/eur/rls/or/13508.htm

[64]1996 Lizbon Zirvesi www.osce.org/mc/39539?download=true

[65] Rajan Menon, “After Empire: Russia and the Southern ‘Near Abroad’”, Michael Mandelbaum(der) The New Russian Foreign Policy, New York: A Council on Foreign Relations Book, 1998, s. 130.

[66] Heiko Krüger, The Nagorno-Karabakh Conflict: A Legal Analysis, Heidelberg: Springer, 2010, s. 22.

[67]Fariz İsmailzade, “The Geopolitics of the Nagorno-Karabakh Conflict “,GLOBAL DIALOGUE, Cilt 7, Sayı 3-4, 2005 http://worlddialogue.org/content.php?id=354

[68]BişkekProtokolü http://peacemaker.un.org/sites/peacemaker.un.org/files/ArmeniaAzerbaijan_BishkekProtocol1994.pdf

Okunma 3708 kez Son Düzenlenme Pazartesi, 13 Şubat 2023 20:33
Yorum yapmak için oturum açın

TDP KRİZ ANA SAYFALARI

1924-1926 Musul Krizi

1927 Bozkurt-Lotus Krizi

1930 Küçük Ağrı Krizi

1935 Bulgaristan Krizi

FA -Hatay Krizi Sayfası

FA -1942 Struma Krizi

1945 Sovyet Talepleri Krizi

1955 6-7 Eylül Krizi

1957 Suriye Krizi

1958 Irak Krizi

1964 Johnson Mektubu Krizi

1964 Kıbrıs Krizi

1967 Kıbrıs Krizi

1968-1974 Haşhaş Krizi

1974 Kıbrıs Krizi

1974-1976 Ege Denizi Krizi

1974-1980 NOTAM-FIR Krizi

FA -1981 Limni Krizi

1987 Ege Denizi Krizi

1989 Bulgaristan Göç Krizi

1989-1990 Batı Trakya Krizi

1988-1991 Iraklı Sığınmacılar Krizi

1992 Nahçivan Krizi

1992 TCG Muavenet Krizi

1994 Ege Denizi Casus Belli Krizi

1996 Kardak Kayalıkları Krizi

1997 S-300 Füzeleri Krizi

1998 Suriye (Öcalan) Krizi

2003 Süleymaniye (Çuval) Krizi

2003 Doğu Akdeniz MEB Krizi

2010 Mavi Marmara Krizi

2011 Suriye Krizi

2014 İŞİD Rehine Krizi

2015 Süleyman Şah Türbesi Krizi

Site İletişim

S5 Box

Üye Giriş

Sitemize Hoş Geldiniz

Yine Bekleriz, Dileriz Yararlı Olmuştur...