1974 Kıbrıs Krizi
TÜBİTAK /SOBAG 1001 Projesi / Proje No. 112K172
Türkiye'de Dış Politika Krizlerinde Karar Verme ve Kriz Yönetimi Süreç Analizi

logotdp

Üye Giriş

Sitemize Hoş Geldiniz

Yine Bekleriz, Dileriz Yararlı Olmuştur...

Türkiye’nin Dış Politika Krizlerinde Ahdi Hukuk: Kıbrıs ve Nahçıvan Krizleri

Cuma, 04 Aralık 2015 13:32

Ana Sayfa - 1974 Kıbrıs Krizi

Yazan
Ögeyi Oylayın
(0 oy)
1974 Kıbrıs Krizi
 
Abstract
The Cyprus situation came to a head on 15 July 1974 when the Athens regime instigated a coup by Greek army officers in Cyprus, seeking to achieve 'enosis'. Turkey concerned at the imminent possibility of a unified Greece and Cyprus - sent in troops with the aim of protecting the Turkish Cypriot community. As a resutlt Cyprus crisis was resolved with the intervention of Turkey’s military, and Turkey used limited military force.
 
Mücahit BEKTAŞ, "Türkiye'nin Dış Politikası'nda "Kıbrıs Sorunu": Kriz Yönetimi Stratejisi Açısından Bir İnceleme", Harp Akademileri SAREN,(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 2013.

 

Özet

1967 Kıbrıs krizinden sonraki süreçte Makarios ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin gittikçe bozulduğu Türkiye tarafından fark edilmiş ama bunun yeni bir kriz doğurabileceği; Türkiye’nin Kıbrıs'taki hak ve menfaatlerine zarar verebilecek bir krize dönüşebileceğini öngörememiştir. Bu nedenle de 1974 Kıbrıs krizi, krizin ortaya çıkış şekli sınıflandırması içerisinde Türkiye açısından beklenilmeyen ve ani gelişen bir krizidir.

Türkiye açısından bakıldığında, krizi başlatan aktörün devlet dışı bir aktör olduğu görülmektedir. Çünkü Kıbrıs'ta yapılan darbe her ne kadar Yunanistan destekli olsa da darbeyi yapan kesim EOKA-B militanları ve enosis yanlısı Rumlardır. Ancak Yunanistan da Kıbrıs'ta 15 Temmuz 1974 tarihinde meydana gelen darbeyi desteklediği için 1974 krizinde önemli bir yer tutmakta bu nedenle baskın aktörler arasında yer almaktadır.

 Krizin ortaya çıktığı coğrafyaya göre, bölgesel bir krizdir. Çünkü kriz Doğu Akdeniz bölgesi ile sınırlı kalmıştır. Ayrıca hem Türkiye hem de Yunanistan krizin yatay bir şekilde tırmandırılması yolunu seçmemiştir. Böylelikle 1974 Kıbrıs krizi, Kıbrıs Adası sınırları içinde tutulmuş ve diğer coğrafi alanlara yayılmamıştır. Kriz-zaman ilişkisine göre, tekrarlayan bir krizdir. 1974 Kıbrıs krizi, 1963-1964 Kıbrıs krizinden sonraki sürecin devamı niteliğinde görülmektedir. EOKA-B militanları Makarios'u ortadan kaldırarak bir oldu-bitti ile Ada'yı Yunanistan'a bağlamayı planlamıştır. Bu nedenle krizi çıkaran tarafın niyetine göre, tasarlanmış bir krizdir.  Kriz sırasında yaşanan gelişmeler Türk-Yunan dengesini ve Kıbrıs Türk toplumunun çıkarlarını ve güvenliğini ilgilendirdiği için krize neden olan olayın niteliğine göre yapılan sınıflandırmada siyasi bir krizdir.

Kriz sırasında Türkiye tarafından kriz yönetim stratejisi olarak karşı tırmandırmanın caydırıcılığı ile birlikte sürdürülen sınırlı tırmandırma stratejisi ve taahhütleri yerine getirme stratejileri uygulanmıştır. Kriz yönetim tekniği olarak ise, şiddet içeren çözüm yöntemi kullanılmıştır. Türkiye, şiddet içeren çözüm yöntemi çerçevesinde Kıbrıs'ta kendi aleyhine bozulan güç dengesini kendi lehine çevirmek için Ada'ya askeri müdahalede bulunmuştur. Türkiye tarafından kullanılan sınırlı tırmandırma ve taahhütleri yerine getirme stratejileri çerçevesinde kuvvet kullanımından yararlanılmıştır. Bu doğrultuda kriz sırasında sınırlı savaşa varan bir kuvvet kullanımı söz konusu olmuştur.

1974 Kıbrıs krizi sonuçları açısından değerlendirildiğinde, kriz sonunda Türkiye'nin istemlerine kuvvet kullanarak ulaştığı görülmektedir. Oluşan yeni statüko, Türkiye'nin Ada'ya yaptığı askeri müdahale neticesinde tek taraflı olarak oluşturulmuştur. Kıbrıs'ta meydana gelen kriz toplam 31 gün sürmüş ve 16 Ağustos 1974 tarihinde taraflar arasında ateşkesin sağlanması ile sona ermiştir.

Makarios, önceki krizlerden edindiği tecrübeler nedeniyle enosisin mevcut şartlar altında gerçekleştirilmesinin zor olduğunu görmüştür. Bu nedenle 1968 yılından itibaren Kıbrıs Anayasası'nın yeniden düzenlenmesi için toplumlararası görüşmeler başlamıştır. Fakat Makarios'un toplumlararası görüşmelere girişmesi ve uzlaşmacı bir yaklaşım içine girmesi, Yunanistan'daki askeri yönetim ve Kıbrıs'taki aşırı sağcı enosis yanlısı kesim tarafından hoş karşılanmamıştır. Bu gelişmelerden sonra Makarios, enosis düşüncesi önünde bir engel olarak görülmeye başlanmıştır. Eylül 1971 tarihinde Kıbrıs'a gizlice dönen Grivas, enosis için faaliyetlere girişmiştir. Yunan Cuntası, enosis istemeyen Makarios'u devirmek için bir takım 1971'de EOKA-B örgütü kurulmuş ve Makarios'a yönelik bazı başarısız suikast faaliyetlerinde bulunulmuştur.

Grivas tarafından başlatılan enosis kampanyasına Kilise de destek vermiş ve 2 Mart 1972 tarihinde Kıbrıs Ortodoks Kilisesi'ne bağlı üç piskopos, Makarios'un Kilise kuralları nedeniyle dünyevi iktidarı elinde bulunduramayacağını ve görev süresi içinde enosisi gerçekleştiremediği için başkanlıktan istifa etmesini istemiştir. Bu istek, 8 Mart 1973'te bir ültimatom halini almış ve 13 Nisan 1973 tarihinde Makarios'un Başpiskoposluk'tan alınmasına karar verilmiştir. Makarios ile Kıbrıs Ortodoks Kilisesi arasındaki bu anlaşmazlık, 14 Temmuz 1973 tarihinde bu üç piskoposun görevlerinden alınması ile son bulmuştur. Kıbrıs’ta şiddet ortamı baş göstermiş Makarios, bu şiddet ortamını denetim altına almada çaresiz kalmıştır. Bu olaylar yaşanırken 25 Kasım 1973 tarihinde Yunan Cuntası içinde bir darbe meydana gelmiş ve General Ionnides askeri kuvvetlerin başına, General Gizikis ise, devlet başkanlığına geçmiştir.[1]

Makarios’un Yunanistan’dan bağımsız hareket etme isteği Yunanistan tarafından oldukça sert karşılanmıştır. 27 Ocak 1974 tarihinde Grivas'ın ölmesiyle beraber Makarios, 25 Nisan 1974'de bir bildiri yayınlayarak EOKA-B'yi yasadışı bir örgüt olarak ilan etmiştir. EOKA-B mensubu olduklarından şüphelenilen bir çok kişi tutuklanmıştır. 26 Haziran 1974 tarihinde ise, Yunan istihbarat servislerinin EOKA-B'yi yönlendirdiğini belirterek Rum Mili Muhafız Ordusu'nun Rum yönetimine bağlanacağını açıklamıştır.

2 Temmuz 1974 tarihinde, Makarios Yunanistan Devlet Başkanı General Gizikis'e bir mektup yazarak EOKA-B'nin Yunanistan tarafından desteklendiğini ve yönlendirildiğini ifade etmiştir. Makarios, Yunanistan’a gönderdiği mektupta Kıbrıs Devleti'nin yıkılmasına sebebiyet verecek şiddet eylemleri karşısında artık sessiz kalmayacağını ve kendisinin Yunanistan tarafından atanmış bir vali olmadığını ve kendisine bir devlet başkanı olarak muamele edilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Yunan Cuntası ise bu mektuba çok sert cevap vermiş ve Yunan Cuntası'nın desteği ile 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs'ta Makarios'a karşı bir darbe gerçekleştirerek Makarios’un yerine eski bir EOKA'cı olan Nikos Sampson'u getirilmiştir. Kıbrıs'ta yapılan bu darbe, 1974 Kıbrıs krizinin başlangıç noktasını oluşturmuştur.Türkiye'nin 15 Temmuz darbesi karşısındaki tutumu, bu darbenin Yunan Cuntası tarafından desteklenmiş olduğu ve enosisi gerçekleştirmek için atılan bir adım olduğu yönünde olmuştur. Başbakan Bülent Ecevit, dönemin BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim'a gönderdiği mesajda Kıbrıs'taki darbenin Yunanistan tarafından desteklendiğini ve darbeden sonra yönetimin başına Türk düşmanı bir enosisçinin getirildiğini belirtmiştir.

 Bu tarihten sonra Türkiye'deki siyasi karar vericiler kriz yönetim sürecini uygulamaya koymuştur. Kıbrıs'ta anayasal düzenin yıkılması sonucunu doğuran Yunanistan destekli darbe, bu darbenin ortaya çıkardığı fiili durum ve Ada'nın ileride Yunanistan'a bağlanma ihtimali gibi konular Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk toplumunun hak ve menfaatleri açısından olumsuz bir durum meydana getirmiştir. Bu aşamada karşı tırmandırmanın caydırıcılığı ile birlikte sürdürülen sınırlı tırmandırma stratejisi ve taahhütleri yerine getirme stratejisi Türk karar vericileri tarafından en rasyonel seçenek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü bu stratejiler çerçevesinde Kıbrıs'ta Makarios'a karşı yapılan darbe sonucunda Yunanistan ve Rum toplumu lehine oluşan fiil durumu ortadan kaldırmak mümkün gözükmektedir.

1974 Kıbrıs krizi sırasında karar vericilerin olaylara karşı göstermiş oldukları algı ve tepki becerileri, krizin gelişimini ve yönetilmesini etkilemiştir. Yunanistan'daki askeri rejiminin lideri Dimitris Ionnidis, kendisinden öncekilerden daha sert ve otoriter biri olarak tanınmıştır. Dimitris Ionnidis, anti-komünist ve Makarios düşmanıydı. Grivas'ın yeniden Kıbrıs'a gönderilmesinde de etkisi olan Ionnidis, koyu bir enosis taraftarıydı. Yunan Cuntası'nın Kıbrıs'taki darbeyi desteklemesi ise dünya kamuoyunun tepkisini çekmiştir. Dünya medyası, Yunanistan'daki askeri rejimi desteklemenin getirebileceği tehlikeli sonuçlar ile ilgili haberler yapmıştır.

Kıbrıs'taki darbeden sonra iktidara gelen Nikos Sampson ise, Türkiye tarafından EOKA mensubu bir terörist olarak görülmekteydi. Enosis yanlısı olan Sampson'un iktidara gelmesi Türkiye'deki karar vericileri endişeye düşürmüştür. Her ne kadar Sampson iktidara geldikten sonra Türklere yönelik herhangi bir olumsuz girişimde bulunmayacağını açıklamışsa da bu sözler Türkiye'deki yetkililerce inandırıcı bulunmamıştır. Türkiye, Kıbrıs'ta yapılan darbeyi anayasal düzenin yıkılması, gayrimeşru bir yönetimin kurulması ve kurucu antlaşmaların ihlal edilmesi olarak değerlendirmiştir. Bunun üzerineTürkiye, 16 Temmuz 1974 tarihinde Ada'ya askeri müdahalede bulunma kararı almıştır.

Türkiye, İngiltere ile beraber Garanti Anlaşması'nın dördüncü maddesinin verdiği yetkiye dayanarak Ada'ya müdahale etmeyi düşünmüş ve bu kapsamda 17 Temmuz 1974'te Başbakan Bülent Ecevit, İngiltere'deki karar vericiler ile görüşmeler yapmak üzere Londra'ya gitmiştir. Ancak Londra'da gerçekleştirilen temaslardan, İngiltere sorunun BM veya NATO çatısı altında çözümlenmesi gerektiğini düşündüğü için ortak müdahale konusunda bir sonuca varılamamıştır.

Bu arada ABD Dışişleri Bakanı Kissinger'ın yardımcısı Joseph J. Sisco da Londra'ya gelmiş ve Başbakan Ecevit ile görüşmüştür. Sisco, Başbakan Ecevit ile görüştükten sonra Atina'ya gitmiş ve Yunan Cuntası'nı krizi sona erdirmek için ikna etmeye çalışmıştır. Yunan Cuntası, Sisco'nun önerilerini geri çevirmiş ve Türkiye’nin Ada’ya müdahalesi halinde onların yanıtsız kalmayacağını karşı bir askeri müdahalede bulunacağını belirtmiştir. Buradan anlaşılmaktadır ki diplomatik yollarla uzlaşma çabası Türkiye açısından bir sonuç vermeyecektir. Yunanistan Cuntası'nın bu sert tutumu üzerine taraflar arasındaki gerginlik tırmanmıştır. Nitekim Yunanistan Cuntası üzerinde yapılan baskılardan bir sonuç alınamayınca Türkiye nihayetinde Ada'ya asker çıkarma kararı almış [TBMM'nin 20 Temmuz 1974 gün ve 303 sayılı kararı TBMM'nin daha önce almış olduğu 16.3.1964 gün ve 93 sayılı ve 17.11.1967 gün ve 148 sayılı kararları ile verilen izne dayanmaktadır.] 20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs'ın Girne bölgesinden Ada'ya çıkmaya başlamıştır. Aynı zamanda da Türk askeri Lefkoşa-Girne yolu arasındaki bölgeye hava indirme harekâtı yapmıştır. Müdahale sırasında Başbakan Ecevit, söz konusu müdahalenin barışçıl amaçlar ile yapıldığını ifade etmiş ve Türk askerlerine karşı taraftan ateş açılmadığı sürece herhangi bir şiddetin meydana gelmeyeceğini dile getirmiştir. Böylece Türkiye, kriz sırasında karşı tarafın durum değerlendirmesi yapmasına ve öne sürülen krizden çıkış yollarını değerlendirmesine zaman tanımıştır. Diğer yandan Yunan Cuntası ve enosis yanlısı Rumlar, Türkiye'nin tutumunu sınanabilir olarak değerlendirmesiyle taraflar arasındaki gerilim artmıştır. Türkiye, krizi sınırlı bir şekilde tırmandırarak Kıbrıs'ta yeni bir fiili durum oluşturmuştur. Bu aşamada Türkiye’nin, 20 Temmuz'da Kıbrıs'a askeri müdahalesiyle kriz yönetim sürecinde gelinen en kritik noktanın da üstüne çıkılmış, bir çatışma ve sınırlı savaş hali söz konusu olmuştur.

Türkiye'nin davranışı bir garantör devlet olarak, uluslararası anlaşmalara göre, Kıbrıs'ın bağımsızlığından, toprak bütünlüğünden, anayasal düzeninden sorumlu bir devlet olarak, Türkiye'ye düşen bir yetkinin ve görevin yerine getirilmesidir. Türkiye bu harekâta geçmeden önce, başka her çareyi denemiştir, fakat sonuç alamamıştır. Kıbrıs'ta zorbalıkla ve meşruluk dışı yollardan yaratılan kuvvet dengesizliği bu harekâtla giderilmiş olacaktır.

BM Güvenlik Konseyi, 20 Temmuz 1974 tarihinde aldığı 353 sayılı kararla, tarafları ateşkese, Kıbrıs'taki bütün yabancı kuvvetleri Ada'dan çekilmeye ve bütün devletleri Kıbrıs'ın egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygıya davet etmiştir. Türkiye, Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararına uyarak 22 Temmuz 1974 saat 17.00'dan itibaren ateşkes durumuna geçmiştir.Türkiye 22 Temmuz'da ateşkese uyduğunu açıklamasıyla taraflar arasındaki gerginliğin tırmanması nispeten durmuştur.

Bu arada Yunanistan’daki Cunta yönetimi, uğradıkları başarısızlıktan dolayı 23 Temmuz 1974 tarihinde istifa etmek zorunda kalmıştır. Böylelikle Yunanistan'da yedi yıldan beri iktidarda bulunan askeri rejim yıkılmıştır. Yunanistan'da yıkılan askeri rejimin yerine, Konstantin Karamanlis'in başkanlığındaki sivil bir yönetim geçmiştir.[2] Yunanistan'da meydana gelen bu değişiklik, Kıbrıs’a da yansımış üzerinde ve darbeci Nikos Sampson da iktidardan çekilmek zorunda kalmıştır. Kıbrıs'ta ise, Nikos Sampson'un yerine Glafkos Klerides'in liderliğinde sivil bir idare yönetime gelmiştir.

BM Güvenlik Konseyi'nin aldığı 353 sayılı kararın beşinci maddesine göre; Kıbrıs'ta anayasal düzenin tekrar tesisi için Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin en kısa zamanda görüşmelere başlaması istenmiştir. Bu sebeple Türkiye Dışişleri Bakanı Turan Güneş, İngiltere Dışişleri Bakanı Callaghan ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Mavros, 25 Temmuz 1974 tarihinde Cenevre'de bir araya gelmiştir. Yapılan görüşmeler neticesinde taraflar arasında 30 Temmuz 1974 tarihli Cenevre Deklarasyonu imzalanmıştır.

Bu deklarasyona göre taraflar, "16 Ağustos 1960 tarihinde Lefkoşa'da imzalanan milletlerarası antlaşmaları ve Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararını göz önünde bulundurarak" Kıbrıs'taki durumu makul bir süre zarfında yeniden düzenleyecek tedbirlerin acilen alınması için harekete geçmek durumundadırlar.[3]

Bununla birlikte taraflar bütün tarafların kabul edebileceği adil ve kalıcı bir çözüm çerçevesinde ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nde barış, güvenlik ve karşılıklı güven ortamının sağlandığı ölçüde, Kıbrıs'taki silahlı kuvvetler sayısı ile mühimmat ve harp malzemelerinin kademeli şekilde azaltılmasına ilişkin tedbirlerin saptanması gereği üzerinde anlaşmıştır. Taraflar bölgede barış ortamının sağlanması ve Kıbrıs'taki anayasal hükümetin yeniden tesisi amacıyla yapılacak olan müzakerelerin en az gecikme ile devamını kararlaştırmıştır. Bu amaçla müzakerelerin 8 Ağustos 1974 tarihinde Cenevre'de devam etmesi kararlaştırılmıştır. Bakanlar ayrıca fiiliyatta Kıbrıs Cumhuriyeti'nde Türk ve Rum olmak üzere iki muhtar idarenin mevcut bulunduğunu kabul etmiş ve gelecek toplantıda Türk ve Rum toplumu temsilcilerinin de bulunması noktasında anlaşmıştır. Son olarak, açıklanan deklarasyon çerçevesinde Üç Dışişleri Bakanı, bu deklarasyonun içeriğini BM Genel Sekreteri'ne göndermeyi ve deklarasyonda öngörülen hususlar ışığında BM Genel Sekreteri'ni gereken tedbirleri almaya çağırmayı kabul etmiştir.[4] Bu aşamada müzakerelerin gerçekleştiği süre zarfında taraflar arasındaki gerginlik nispeten yumuşama göstermiştir. Krizin çözümüne yönelik olarak tekrar müzakere için gerekli koşulların oluşumunda şiddete başvurmadan uzlaşma zemini oluşturulması gerekmektedir.

Birinci Cenevre Konferansı Türkiye'nin istekleri paralelinde sonuçlanmış ve de dünya medyası Türkiye'nin diplomasi alanında büyük bir zafer kazandığı yönünde haberler yapmıştır.[5] İkinci Cenevre Konferansı, 30 Temmuz deklarasyonunda ön görüldüğü gibi 8 Ağustos 1974 tarihinde Cenevre'de başlamış ve toplantıya Kıbrıs Türk toplumu temsilcisi Rauf Denktaş ve Rum toplumu temsilcisi Glafkos Klerides de katılmıştır. Klerides’e göre Kıbrıs’ın üniter statünde yapılacak bir değişikliğe gereksinim yoktur.

Türkiye ise, konferansta "kantonal sistem" esasına dayanan yani çok bölgeli bir federasyon teklifinde bulunmuştur. Bu teklif karşısında Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi öneriyi değerlendirmek için otuz altı saatlik bir süre istemiştir. Fakat Türkiye, bunun bir oyalama taktiği olduğunu değerlendirerek bu teklifi kabul etmemiştir. Yunanistan ve Rumlar, 30 Temmuz deklarasyonundaki şartları yerine getirmeye yanaşmamış ve Türk bölgelerindeki ablukaları kaldırmadıkları gibi ateşkes koşullarına da uymamıştır.

Bu nedenlerden dolayı Türkiye, 14 Ağustos sabahı Kıbrıs'taki harekâta kaldığı yerden devam etmiştir. Türk Hükümeti, 14 Ağustos sabahı yaptığı açıklamada harekâta devam etme kararının gerekçelerini şu şekildedir:

·    Türkiye, Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararına uygun hareket etmiş Ada’da bir anayasal düzenin ve huzur ve barışın kurulabilmesi için kendisine düşen görevi yerine getirmek üzere elinden geleni yapmıştır. Ancak Cenevre'de bu amaçla ilgili taraflar arasında mutabık kalınarak yayınlanmış olunan deklarasyon ile gerçekleştirilmesikararlaştırılmış bulunan hususlardan hiçbirine diğer taraflar uymamıştır.

·    İkinci Cenevre Konferansı’nda da Kıbrıs devleti hala bir Yunan adası olarak telakki edilmek istenmektediği anlaşılmaktadır. Yunanistan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararıyla garantör devletlere verilen görevleri yerine getirmemiştir. Bunun yanı sıra Yunanistan, 8 ağustosta toplanan ikinci Cenevre Konferansında da altı gün süre ile ciddi müzakereden kaçınmış ve hatta sorunları görüşmeye bile yanaşmayan uzlaşmaz bir tutum içinde bulunmuştur.

·   Türkiye’nin davranşı ne Yunanistan'a karşı ne de Kıbrıs Rum toplumuna da karşıdır. Türkiye’nin temel amacı  Kıbrıs'ın bağımsızlığını güvence altına almaya, Kıbrıs'ta Türk ve Rum toplumlarına barış ve sükun sağlamaya ve bölgede sürekli bir barışın yerleşmesine yöneliktir."[6]

İkinci Cenevre Konferansı, 14 Ağustos 1974 tarihinde herhangi bir sonuç alınamadan dağılmıştır. 8 Ağustos 1974 tarihinde toplanan II. Cenevre Konferansı’nın 14 Ağustos'a kadar yapılan görüşmeleriden bir netice alınamaması sonrasında Türkiye, Kıbrıs'taki askeri harekâta kaldığı yerden devam etmiştir. Bunun üzerine taraflar arasındaki gerginlik daha da artmıştır. 

Türk Silahlı Kuvvetleri, iki gün içinde Ada'nın %38'lik kısmında kontrolü ele geçirerek Mağusa-Lefkoşa-Lefke-Kokkina hattını kontrol altına almıştır. Türkiye'nin askeri harekâtı, 16 Ağustos 1974 tarihli BM Güvenlik Konseyi'nin 360 sayılı ateşkes kararıile sona ermiştir.

16 Ağustos'ta Türkiye'nin ateşkes kararını açıklayan Ecevit, 14-16 Ağustos harekâtı neticesinde çıkmaza saplanmış olan müzakerelerin önündeki engellerin ortadan kaldırıldığını ve Kıbrıs Türk toplumunun güvenliğinin sağlam esaslara bağlanmasından dolayı taraflar arasındaki görüşmelere rahatça zaman ayrılabileceğini açıklamış ve de coğrafi esasa dayanan iki muhtar idareden kurulu federal Kıbrıs devletinin temelinin fiilen atılmış olduğunu ifade etmiştir.[7] 16 Ağustos'ta Türkiye Ada'nın yaklaşık üçte birlik kısmını kontrol altına alması ile taraflar arasında ateşkes sağlanmıştır. Ateşkes koşullarının sağlanmasından sonra kriz yönetim süreci sona ermiş ve kriz sonrası evreye geçilmiştir. Fakat taraflar arasındaki gerginlik ve ilişki seviyesi kriz öncesi evredeki düzeye inmemiştir.

Bu gelişmelerden sonra 1974 Kıbrıs krizi sona ermiştir. Türkiye'nin 22 Temmuz'daki ateşkesten sonra yapılan görüşmelerden sonuç alınamaması üzerine yeniden başlattığı harekât, başlangıcının aksine, uluslararası toplumun tepkisini çekmiştir. Başlangıçta harekât, hukuki bir müdahale olarak görülmüşken ateşkes sonrası harekâta devam edilmesi bir toprak gaspı ve işgal hareketi olarak değerlendirilmiştir.[8]

Bu kapsamda Türkiye, Ada'ya askeri müdahalede bulunarak krizi karşı tırmandırmanın caydırıcılığı ile birlikte sınırlı bir şekilde tırmandırmış ve 1963-1964 ve 1967 krizlerinde de belirtmiş olduğu; Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunacağı yönündeki taahhütlerini yerine getirmiştir. Böylelikle Türkiye, Kıbrıs'ta kendi lehine olacak fiili bir durum meydana getirebilmiştir. Türkiye açısından karşı tırmandırmanın caydırıcılığı ile birlikte sürdürülen sınırlı tırmandırma stratejisi kapsamındaki en büyük risk, tarafların krizi tırmandırmada aşırı istekli olması ve bunun topyekûn bir savaşa yol açması ihtimali olmuştur.

Türkiye’nin kriz sırasındaki askeri kuvvetlerin hareketleri ve güç kullanımı, sınırlı diplomatik hedefler ile uyum içinde olmuştur. Türkiye, Kıbrıs'a yaptığı askeri müdahale ile darbe yoluyla oluşturulmaya çalışılan fiili durumu ortadan kaldırarak Nikos Sampson'un iktidardan uzaklaştırılmasını sağlamıştır. Ayrıca Makarios'a karşı yapılan darbe sonucunda Kıbrıs'ta bozulan güç dengesini yeniden kendi lehine kurmuş ve Kıbrıs Türk toplumunun hak ve menfaatlerini korumuş, can ve mal güvenliğini sağlamıştır.

Kriz sonucunun niteliğine bakıldığında, Türkiye kuvvet kullanarak istemlerini rakip tarafa zorla kabul ettirmiştir. Bununla birlikte 1974 Kıbrıs krizi sonrasında taraflar arasında hem sözsel, hem eylemsel ve hem de metinsel bir anlaşma söz konusu olmuştur. Kriz sonrasında ise Kıbrıs'ta zımni yeni bir statüko oluşmuştur. 

Bir oldu-bitti durumunun yaşanması kararlı ve hızlı adımların atılması ile mümkün olmaktadır. Oldu-bitti stratejisi ile statüko değişikliğini savunan taraf hızlı ve kararlı adımlar atarak bu isteğini gerçekleştirmek istemektedir. Böylelikle statüko yanlısı tarafın var olan durumu kabullenmesini amaçlar ve istediğini elde etmiş olur.

Türkiye'nin Ada'ya askeri müdahalede bulunmasından sonra Kıbrıs'taki Rum ve Türk toplumları bölgesel olarak birbirlerinden kesin olarak ayrılmıştır. Türkiye, Kıbrıs'taki harekâta kaldığı yerden devam etmesi sonrasında Kıbrıs sorunun özüne ilişkin müzakerelere en kısa zamanda başlanılmasıdan yana olduğunu açıklamış ancak Türkiye'nin bu müzakereye açık tutumu Yunanistan ve Kıbrıs Rum toplumu tarafından kabul görmemiştir. Dolayısıyla kriz sonrası evrede krizin hemen sonrasında Kıbrıs sorunun özüne ilişkin uygun bir müzakere zemini oluşturulamamıştır. Bununla birlikte kriz sonrası evrede savaş esirlerinin ve yaralıların değiştirilmesi, İngiliz üslerine sığınan Türklerin iade edilmesi gibi konular çözüme kavuşmuştur. Fakat son olaylar nedeniyle yerlerinden ayrılanların durumu, BM Barış Gücü'nün yetkilerinin yeniden saptanması meselesi ve Rum bölgesinde kalan Türklerin kuzeye göç etmelerine izin verilmemesi gibi hususlar çözülemeyen sorunlar olarak kalmıştır.

1974 Kıbrıs krizi sonrasında Yunanistan ve Kıbrıs Rum toplumu, Türkiye'yi uluslararası topluma karşı saldırgan ve toprak ilhakı amacını güden işgalci bir devlet olarak göstermeye çalışmış ve Kıbrıs'ta 15 Temmuz darbesinden önceki statüye geri dönülmesi gerektiğini savunmuştur. Türkiye ise, Yunanistan ve Kıbrıs Rum toplumunun enosis peşinde koştuğunu vurgulamış Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve bağlantısızlık politikasının tek güvencesinin Türkiye olduğunu savunmuştur. Yaşanan bu krizden sonra Türkiye, Kıbrıs'ta coğrafi temele dayanan iki bölgeli federasyon şeklinde olacak yeni bir düzenin kurulması gerektiğini savunmuştur.

Türkiye  Kıbrıs'ta ulaşılacak bir siyasi çözümün hem Kıbrıs Rum ve Türk toplumu arasındaki görüşmeler hem de Yunanistan ve Türkiye arasında yapılacak olan doğrudan görüşmeler yoluyla yapılması gerektiğini öne sürmüştür. Kriz sonrası evrede Kıbrıs meselesi, siyasi çözüm bekleyen bir sorun olarak dünya kamuoyuna yansımış ve Kıbrıs'ın hukuki statüsü ile ilgili birçok yeni yaklaşım ve teklifler ortaya atılmıştır.

Kriz sonucunun niteliğine bakıldığında, Türkiye kuvvet kullanarak istemlerini rakip tarafa zorla kabul ettirmiştir. Bununla birlikte 1974 Kıbrıs krizi sonrasında taraflar arasında hem sözsel, hem eylemsel ve hem de metinsel bir anlaşma söz konusu olmuştur. Kriz sonrasında ise Kıbrıs'ta zımni yeni bir statüko oluşmuştur.  Bu kriz Ada’nın kaderinde yeni bir evreyi başlatmıştır; bu yeni evrede Ada’da yaşayan Türk ve Rumlar yerlerini terk ederek –Türkler Ada’nın Kuzeyine Rumlar ise Güneyine- “yeşil hat”tın iki tarafında ayrı ayrı yönetimler altında yaşamaya başlamışlardır.

1974 Kıbrıs krizinin ortaya çıktığı dönemde Türkiye'de iktidarda bir koalisyon hükümeti vardır. 14 Ekim 1973 tarihinde yapılan seçimler sonucunda 450 kişilik mecliste CHP 185, AP 149 ve MSP (Milli Selamet Partisi) ise 48 milletvekili ile en fazla milletvekili çıkaran ilk üç parti olmuştur. Bunun yanında Demokratik Parti, Millet Partisi, merkez-sağ eğilimli Cumhuriyetçi Güven Partisi, sağ eğilimli Milliyetçi Hareket Partisi ve sol eğilimli Türkiye Birlik Partisi de meclise girmiştir. Fakat seçimlerden sonra geçen yüz günlük zaman zarfında bir hükümet kurulamamıştır. Yapılan hükümet kurma girişimleri neticesinde ise, 25 Ocak 1974 tarihinde CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in Başbakanlığı altında MSP ile bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. CHP-MSP Koalisyon Hükümeti'nin kurulmasından sonra Türkiye, dış politikada ABD ve Batı'ya endeksli bir dış politika yerine çok yönlü bir dış politika yaklaşımı izlemeye başlamıştır.

Başbakan Ecevit'in karakter özellikleri olan alçak gönüllülüğü, dürüstlüğü ve kitlelere hitap etmekteki doğal becerikliliği kriz sırasındaki ulusal desteğin alınmasında oldukça önemli rol oynamışır. Aynı zamanda Başbakan Bülent Ecevit, kriz sırasında muhalefet partilerinin ve konu ile ilgili uzmanların görüşlerini almaya dikkat etmiştir. Ulusal kamuoyu ve medya desteğine sahip olunması, karar vericilerin krizi yönetme yeteneğini olumlu etkilemiştir.1974 Kıbrıs krizi sırasında Türk basını gelişmeleri yakından takip etmiş ve Ada'da yaşanan gelişmeleri ulusal kamuoyuna yansıtarak Türk halkının gelişmelerden haberdar olmasını sağlamıştır. 

Uluslararası koşullar; büyük güçler açısından bir değerlendirme söz konusu olduğunda SSCB , 1974 Kıbrıs krizi sırasında Türkiye'ye karşı daha olumlu bir yaklaşım içinde olmuştur. Kıbrıs'ta  anayasal düzenin yıkılması sonucunu doğuran darbeyi kınarken Makrios dönemindeki statüye dönülmesini arzulamıştır. Türkiye'nin Kıbrıs'taki harekâta 14 Ağustos'ta kaldığı yerden devam etmesinden sonra SSCB yaptığı açıklamada, olayların sorumlusu olarak NATO'yu suçlamıştır. ABD ise, Kıbrıs'ta Makarios'a karşı yapılan darbe ile ilgili tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Çünkü Kıbrıs'ta tarafsızlığı tercih eden ve Sovyetler Birliği'ne kayma olasılığı olan bir lider ABD'nin çıkarları ile uyuşmamamktaydı.[9] Bu nedenle ABD, Kıbrıs'ta yapılan darbeye sert tepki göstermekten kaçınmış, fakat Türkiye Ada'ya müdahale ettikten sonra ise, çıkabilecek bir Türk-Yunan savaşını önlemek için uğraşmış ve bunda da başarılı olmuştur. Türkiye'nin Kıbrıs'taki harekâta 14 Ağustos'ta kaldığı yerden devam etmesinden sonra ABD Türkiye’nin davranışına olumlu yaklaşmamıştır. Genel olarak Türkiye'nin Kıbrıs'taki harekâta kaldığı yerden devam etmesinden sonra sahip olduğu uluslararası desteği kaybettiği görülmüştür. Türkiye'nin Kıbrıs'taki harekâta kaldığı yerden devam etmesi uluslararası toplum tarafından şiddetle kınanmış ve bir toprak işgali olarak görülmüştür.

 



[1] "Yunanistan'da İhtilal İçinde İhtilal Oldu", Milliyet, 26 Kasım 1973, s. 7.

[2] Murat Sarıca, vd., Kıbrıs Sorunu, İstanbul:  Fakülteler Matbaası,1975.s. 199.

[3] Sevin Toluner, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk, İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1977.s,288-289.

[4] "Cenevre Anlaşması", Milliyet, 01 Ağustos 1974, s. 7.

[5] "Dünya Basını", Milliyet, 01 Ağustos 1974, s. 7.

[6] "Hükümet Bildirisi", Milliyet, 15 Ağustos 1974, s. 4.

[7] "Ecevit: Görüşmeler Daha Rahat Olacak", Milliyet, 17 Ağustos 1974, s. 4.

[8] "Dışta Tepkiler", Milliyet, 15 Ağustos 1974, s. 4.

[9 ]Mehmet Ali Birand, 30 Sıcak Gün,  İstanbul: Milliyet Yayınları,1984.s. 145.

Okunma 2535 kez Son Düzenlenme Cuma, 30 Mart 2018 08:57
Yorum yapmak için oturum açın

TDP KRİZ ANA SAYFALARI

1924-1926 Musul Krizi

1927 Bozkurt-Lotus Krizi

1930 Küçük Ağrı Krizi

1935 Bulgaristan Krizi

FA -Hatay Krizi Sayfası

FA -1942 Struma Krizi

1945 Sovyet Talepleri Krizi

1955 6-7 Eylül Krizi

1957 Suriye Krizi

1958 Irak Krizi

1964 Johnson Mektubu Krizi

1964 Kıbrıs Krizi

1967 Kıbrıs Krizi

1968-1974 Haşhaş Krizi

1974 Kıbrıs Krizi

1974-1976 Ege Denizi Krizi

1974-1980 NOTAM-FIR Krizi

FA -1981 Limni Krizi

1987 Ege Denizi Krizi

1989 Bulgaristan Göç Krizi

1989-1990 Batı Trakya Krizi

1988-1991 Iraklı Sığınmacılar Krizi

1992 Nahçivan Krizi

1992 TCG Muavenet Krizi

1994 Ege Denizi Casus Belli Krizi

1996 Kardak Kayalıkları Krizi

1997 S-300 Füzeleri Krizi

1998 Suriye (Öcalan) Krizi

2003 Süleymaniye (Çuval) Krizi

2003 Doğu Akdeniz MEB Krizi

2010 Mavi Marmara Krizi

2011 Suriye Krizi

2014 İŞİD Rehine Krizi

2015 Süleyman Şah Türbesi Krizi

Türk – Yunan Dış Politika Krizlerinde Ahdi Hukuk İhlali

  • Fuat Aksu, "Türk – Yunan Dış Politika Krizlerinde Ahdi Hukuk İhlali", Uluslararası Ege Adaları Sempozyumu, İzmir (19-20 Ekim 2017),

Site İletişim

S5 Box

Üye Giriş

Sitemize Hoş Geldiniz

Yine Bekleriz, Dileriz Yararlı Olmuştur...