1967 Kıbrıs Krizi
TÜBİTAK /SOBAG 1001 Projesi / Proje No. 112K172
Türkiye'de Dış Politika Krizlerinde Karar Verme ve Kriz Yönetimi Süreç Analizi

logotdp

Üye Giriş

Sitemize Hoş Geldiniz

Yine Bekleriz, Dileriz Yararlı Olmuştur...

Türkiye’nin Dış Politika Krizlerinde Ahdi Hukuk: Kıbrıs ve Nahçıvan Krizleri

Cuma, 04 Aralık 2015 12:35

Ana Sayfa - 1967 Kıbrıs Krizi

Yazan
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

"Politik yenilginin tashihi kolaydır. Olsa olsa kabineler devrilir yenileri kurulur. Askeri yenilgiler ulusların tarihlerinde büyük iz bırakırlar, bu yönden iyice hesaplanmadan harekete geçmek macera olur."

                                                           Süleyman DEMİREL

Abstract

Fighting was occured between Turkish Cypriot formations and Greek Cypriot police and National guard units on November 15,1967 at Bogazici and Gecitkale villages. And Turkey demanded from giving up forceful actions of sides. Turkish decision makers used coercive diplomacy as learned from the prior crisis. As a result crisis ended by as Turkey demanded. The crisis was subsided by arriving pre-crisis situation.


Özet

Türk dış politikası krizi olarak yer alan krizi başlatan aktörün Kıbrıs Cumhuriyeti olduğu görülmektedir. Krizin türü incelendiğinde ise,  Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan arasında ortaya çıktığı için çok taraflıdır. Krizin çıktığı coğrafyaya göre, Doğu Akdeniz bölgesi ile sınırlı kaldığından dolayı  bölgesel bir krizdir.  Kriz sırasında yaşanan gelişmeler  Türkiye-Yunanistan dengesini ilgilendirdiği ve de sivillere yönelik şiddet uygulandığı için kriz siyasi ve insani niteliklidir.

1963-1964 Kıbrıs krizi sonrasındaki süreçte Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yönetimi fiilen Makarios ve Rumların eline geçmiştir. Rumlar, Kıbrıs Türk toplumu liderlerinin antlaşmalardan kaynaklanan hak ve yetkilerine rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yönetiminde söz sahibi olmalarına müsaade etmemiştir. Anayasal statü yeniden işler hale getirilememiştir. Ada’nın değişik bölgelerine yayılan Türk toplumu üzerindeki baskı ve ablukalar toplumun göçüne ve belirli bölgelerde toplanmalarına yol açmıştır. İlerleyen süreçte Makarios yönetimi, Kıbrıs Türk toplumu üzerinde uygulanan  baskı ve ambargolarla yetinmeyrek Ada'nın tümünde kontrolü sağlamak istemiştir. Bu bağlamda 1967 yılına gelindiğinde Makarios yönetimi Ada üzerindeki kontrolünü arttırmak amacıyla Kıbrıs Türk toplumu üzerindeki baskılarını yoğunlaştırmıştır. Bu bağlamda 1967 krizini ortaya çıkaran şekil açısından tekrarlayan kriz olarak sınıflandırabilirz. 1964 krizinde olduğu gibi 1967 krizinde de Türk toplumuna yönelik şiddet eylemleri krizin tetiklemiş ve  Rum yönetimi krizi tasarlamıştır. Bu bağlamda Türkiye için krizin tetikleyicisi dış değişim ve siyasi niteliklidir. Diğer yandan kriz tetikleyen olayın şeklinin antlaşmaların ve statü ihlali olarak sınıflandırılmaktadır.

Kriz öncesi evrede rakip ülkedeki yönetim değişikliğinin krizin başlamasında etkili olduğunu görülmektedir. Yunanistan’ın ülke içindeki sol partilerin ve akımların yükselişe geçmesi endişesi Yunanistan’daki askeri kadro için bir darbenin gerekliliğine zemin hazırlamıştır. 21 Nisan 1967 tarihinde Yunanistan'da liderliğini aşırı milliyetçi, anti-komünist ve Helenizm'in yeniden canlanması gerektiğini savunan Albay George Papadopulos'un liderliğinde askeri bir darbe gerçekleşmiştir. Darbeyle birlikte Yunanistan parlamentosu kapatılmıştır. Yunanistan'da yönetime el koyan askeri rejim, ulusal kamuoyunun desteğini alabilmek ve iktidarını sağlamlaştırabilmek için bir dış politika başarısına gereksinim duymuştur. Bu nedenle askeri rejim ilk iş olarak, Kıbrıs meselesini diplomatik yollardan çözmek için Türkiye ile müzakerelere girişmeye karar vermiş ve bu doğrultuda dönemin Türkiye ve Yunanistan Başbakanları 9-10 Eylül 1967 tarihlerinde Keşan ve Dedeağaç'ta bir araya gelerek sorunu müzakere etmiştir. Müzakereler sırasında Yunanistan, Ada'nın Yunanistan ile birleşmesi karşılığında Türkiye'ye Kıbrıs'ta üs vermeyi teklif etmiştir. Fakat bu teklif Türkiye tarafından reddedilince taraflar arasında bir uzlaşı zemini sağlanamamış ve görüşmeler belirsiz bir şekilde sona ermiştir.

Rum Savunma Konseyi, 30 Ekim 1967 tarihinde toplanarak 1967 krizini tetikleyen eylem şeklini kararlaştırmıştır. Bu toplantıda alınan kararlara göre;

·     Geçitkale ve Boğaziçi köyleri arasındaki yolda ulaşım serbestliği sağlanarak ve bu yoldan polis devriyelerinin Boğaziçi köyüne yeniden girebilmelidirler.

·     İcabında Türklerin yol üzerinde takviye etmiş oldukları mevzilerden sökülüp atılmaları için zırhlı araçlar ve toplar da dahil, kuvvetli güç kullanılabilir.

·     Türkiye'nin müdahalede bulunması halinde bu hareketin birkaç saat içinde bitirilmesi önemli olup bu durumda Türkiye’ye  Adanın işgali şeklinde değil, hava hücumları şeklinde tepki gösterilmelidir.[1]

Türkiye ile yapılan müzakerelerden sonuç alamayan Yunan Cuntası enosis düşüncesini gerçekleştirmek için Ada'ya gönderdiği Grivas öncülüğünde şiddet eylemlerini desteklemiştir. Bu doğrultuda Grivas komutasındaki RMMO (Rum Milli Muhafız Ordusu), 15 Kasım 1967 tarihinde Boğaziçi ve Geçitkale  köylerine saldırıda bulunmuştur. Kıbrıslı Türklerin kurdukları barikatları kaldırmayı kabul etmemeleri üzerine şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Böylelikle taraflar arasındaki gerginlik kısa zaman içinde tırmanmaya başlamıştır. Türkiye, Kıbrıs Türklerine yönelik yapılan bu saldırıları kendi temel değerleri ve çıkarları açısından siyasi bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Gerginliğin tırmanması üzerine Türkiye’de konuyu gündeme alınma gereksinimi duyulmuştur.Tehdidin ciddiyeti saygınlık ve hak kaybına yol açabilecek niteliktedir.Nitekim kriz aynı zamanda Ada’daki Türk toplumunun yaşamsal varlıklarına yönelik bir tehdittir. Tehdidin tanımlanmasıyla birlikte bu çerçevede harekete geçerek çatışmaların sona erdirilmesi için neler yapılacağına seçenekler gözden geçirilmeye çalışılmıştır. Başlangıçta Türk hükümeti şiddet içeren tepki göstermeyip öncelikle bir toplantı yapılarak bu toplantıda ne yapılması gerektiği üzerine yoğunlaşılmıştır. Bu bağlamda krize verilen ilk tepki siyasidir. Ancak çatışmaların sabah 2'de başlamasına karşın, Milli Güvenlik Kurulu aynı gece 9.30'a kadar toplanamamıştır.  Sivil liderle, askeri kadro müdahaleye bir gereksinim olunduğu konusunda hem fikir olmuşlardır. Fakat,  1963-1964 Kıbrıs krizinde de olduğu gibi bu dönem için de Türkiye açısından askeri bir müdahalede bulunabilmek için yeterli askeri teçhizat ve hazırlık söz konusu değildir.

Türkiye tarafından Makarios'a bir nota verilerek Rum kuvvetlerinin 16 Kasım 1967 sabah saat 06.00'ya kadar Boğaziçi ve Geçitkale köylerinden çekilmemesi halinde sınırlı bir hava harekâtında bulunulacağını bildirmiştir. Türkiye sözlü tepkisini kuvvet kullanma tehdidi ile şekillendirmiştir. Bu notadan sonra Rum kuvvetleri saat 05.30'dan itibaren Boğaziçi ve Geçitkale köylerinden çekilmeye başlamıştır. Bu sebeple Türkiye'de sınırlı hava harekâtına başvurmaktan vazgeçmiştir.  Rum kuvvetleri, Türkiye tarafından belirtilen zaman diliminden önce geri çekildiği için Türkiye tarafından verilen nota bir ültimatom olarak görülmemiştir.

Ayrıca TBMM, 16-17 Kasım 1967 tarihli gizli oturumunda Kıbrıs'taki son gelişmeleri ele alarak oturum sonunda Kıbrıs'a askeri bir müdahalede bulunulması için hükümete gerekli yetki verilmiştir.[2]

Bu aşamadan sonra Türkiye kriz yönetim süreci içine girmiştir. 16 Kasım'da Türkiye, Kıbrıs'a askeri müdahale kararı almış ve Türk savaş uçaklarına Ada üzerinde ihtar uçuşu yaptırmıştır. Ayrıca 17 Kasım'da Yunanistan'a nota vererek istemlerinin yerine getirilmesini talep etmiştir. Söz konusu notada Türkiye;

  • Boğaziçi ve Geçitkale köylerine yapılan saldırıların derhal sona erdirilmesi,
  • Saldırıya uğramış Türklerin zararlarının tazmin edilmesi,
  • Kurucu antlaşmalara aykırı olarak Kıbrıs'a gizlice gönderilmiş olan Yunan askerileriyle bunların teçhizatlarının ve General Grivas'ın Kıbrıs'tan çıkarılmasını,
  • Rum Milli Muhafız Ordusu'nun dağıtılması,
  • BM Barış Gücü askerlerinin sayısının arttırılmasını

istemiştir.

Görüldüğü gibi, krize neden olan gelişmelerden hem Makarios yönetimi hem de Yunanistan sorumlu tutulmakta ve hem Makarios yönetiminden hem de Yunanistan'dan istemlerin yerine getirilmesi talep edilmektedir. Ayrıca, 1967 Kıbrıs krizi sırasında Türkiye'nin istemlerinin Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan tarafından yerine getirilmemesi durumunda Türkiye'nin uygulamaya koyacağı yaptırımlar açık ve net bir şekilde ortaya konmuştur. Buna göre, Türkiye istemlerinin karşılanmaması halinde fiili güç kullanarak Kıbrıs'a askeri bir müdahalede bulunacağını açıklamıştır. Türkiye'nin krizin çözümünde göz önünde bulundurduğu temel noktalardan biri, Yunanistan'ın Kıbrıs'ta kurucu antlaşmalarla belirlenmiş güç dengesini kendi lehine bozma teşebbüsüdür. Bu nedenle Yunanistan üzerinde yoğun bir baskı oluşturularak kurucu antlaşmalara aykırı olarak Ada'ya sokulmuş olan Yunan kuvvetlerinin Kıbrıs toprakları dışına çıkarılması istenmiştir. Bu çerçevede Türkiye'deki karar vericiler için zorlayıcı diplomasi stratejisi kriz yönetim süreci için en uygun yöntem olarak görülmüştür. 1967 krizinde Türkiye tarafından uygulanan zorlayıcı diplomasi stratejisi çerçevesinde kuvvet kullanma tehdidinden yararlanılmış ancak kriz yönetim evresinde bu tehdit fiiliyata geçirilmemiş yani 1963-1964 krizinde olduğu gibi sınırlı ve ibret verici bir güç kullanımı söz konusu olmamıştır.

 Bu strateji ile  kriz sırasında Türkiye, kuvvet kullanma tehdidine dayanırken aynı zamanda  uzlaşı ve müzakere süreçlerini açık tutmaya da büyük özen göstermiştir.Bu bağlamda istemler dillendirilirken uluslararsı hukuka dayanan hak ve sorumluluklarını yerine getirmeye hazırlıklı olduğunu belirterek krizi sonlandıracak adınların atılmasını talep etmiştir.Ayrıca zorlayıcı diplomasinin alt türleri olarak da Türkiye tarafından zımni ültimatom ve dene-gör yöntemlerinden faydalanılmıştır.

 Kriz yönetim tekniği olarak ise, kuvvet kullanma tehdidi, şiddet içermeyen askeri baskı, arabuluculuk ve üçüncü aktör desteğinden yararlanılmıştır. Türkiye, şiddet içermeyen askeri baskı doğrultusunda Ada üzerinde savaş uçakları ile ihtar uçuşu yapmış ve Kıbrıs'ta Türk toplumuna yönelik saldırılara müdahale etmek için askeri hazırlıklara girişmiştir. Ayrıca Türkiye’nin Yunanistan’a sunmuş olduğu, antlaşmalara aykırı olarak Ada'ya sokulan Yunan askerlerinin ve bunların teçhizatlarının 45 gün içinde Kıbrıs sınırları dışına çıkarılmasını şart koşmasıyla belli bir zaman dilimi öne sürülerek karşı taraf üzerinde baskı kurulması mümkün olmuştur.

Arabuluculuk faaliyetleri ve üçüncü aktör desteği kapsamında ise, ABD, BM ve NATO krizi sona erdirmek için taraflar arasında girişimlerde bulunmuştur. Türkiye'nin öne sürdüğü şartların Yunanistan tarafından kabul edilmemesi üzerine ortaya çıkan durumun iki devlet arasında bir savaşa dönüşmesini önlemek amacıyla ilk arabuluculuk girişimi aynı zamanda kriz yönetim sürecinde baskın akörler olarak ön plana çıkan ABD, İngiltere ve Kanada'dan gelmiştir. Kanada Başbakanı Pearson tarafından önerilen teklife göre; İttifak Antlaşması'nda öngörülen miktarın üstündeki Türk ve Yunan kuvvetleri Kıbrıs'tan çekilecek, BM Barış Gücü askerlerinin sayısı arttırılacak, Kıbrıs Türk toplumunun son saldırılardan dolayı uğramış oldukları zararlar giderilecek ve Türkiye gelecekte Kıbrıs'a tek taraflı olarak askeri bir müdahalede bulunmayacağına dair garanti verecekti.[3]

Bu girişimlerden bir sonuç alınamayacağının anlaşılması üzerine 22 Kasım 1967 tarihinde BM Genel Sekreteri U-Thant devreye girmiş ve Yunanistan, Türkiye ve Makarios'a mesaj yollayarak çatışmaların yeniden başlamasına sebep olabilecek davranışlardan uzak durulmasını ve itidalli hareket edilmesini istemiştir. Ayrıca taraflar arasındaki gerginliği azaltmak amacıyla Jose Rolz-Bennet'i görevlendirmiştir. ABD ise, mevcut gerginliğin barışçıl yollardan giderilmesi amacıyla Cyrus Vance'i görevlendirmiştir. Arabuluculuk faaliyetlerine NATO Genel Sekreteri Manlio Brosio'da katılmıştır. Bu üç farklı kaynaktan yürütülen arabuluculuk girişimleri birbirini tamamlayıcı nitelikte olmuştur.

Bu gelişmelerden sonra taraflar arasındaki gerginlik seviyesi kriz yönetim sürecinde gelinen en kritik noktaya ulaşmıştır. 22 Kasım'da ABD temsilcisi Vance'in arabuluculuk girişimlerine başlamasına kadar ki geçen süre kriz yönetimindeki en kritik süreci teşkil etmiştir. ABD temsilcisi Vance'in arabuluculuk girişimleri sonuç vermiş ve 30 Kasım 1967 tarihinde Türkiye'nin istemleri Yunanistan tarafından kabul edilmiştir. Anlaşılacağı üzere Türkiye, üçüncü aktörler tarafından yapılan arabuluculuk girişimlerini desteklemiş ve krizin barışçıl yollar kullanılarak çözülmesini istemiştir. Bu barışçıl girişimler aynı zamanda istemlerin yerine getirilmesi için öngörülen teşvikler bağlamında da değerlendirilebilir. Türkiye tarafından yapılan diplomatik öneriler ve askeri hareketler, Makarios yönetimi ve Yunan Cuntası'na krizden çıkış yolu bırakacak şekilde seçilmiştir. Bu doğrultuda Yunanistan'a onurlu bir geri adım atma imkanı da verilmiştir. Türkiye tarafından kriz sırasında dile getirilen istemler sınırlı tutulmuştur. Krizin tırmanarak bir çatışma veya savaşa dönüşmesi önlenmiştir.      

Kriz sonrası evrede taraflar arasındaki gerginlik ve ilişki seviyesi kriz öncesi evredeki düzeye inmemiştir.  Türkiye'nin Yunanistan ve Makarios yönetiminden yerine getirmesini istediği talepler ABD temsilcisi Cyrus Vance'in arabuluculuk ettiği görüşmeler sırasında da dile getirilmiştir. Yapılan diplomatik müzakereler sonucunda Yunanistan, 30 Kasım 1967 tarihinde Türkiye'nin istemlerini yerine getireceğini açıklamış ve Ada'ya göndermiş olduğu Yunan askerlerinin ve bunların teçhizatlarının geri çekileceğini bildirmiştir.[4] Böylelikle 1967 Kıbrıs krizi sonlandırılmış, kriz toplamda 17 günlük kısa bir zaman dilimini kapsamış ve 1 Aralık 1967 tarihinde Türkiye'nin istemlerinin karşılanması ile sona ermiştir.Nitekim Türkiye’nin istemlerinin karşılanmamasının bedeli Kıbrıs ile sınırlı kalmayacak bir çatışmanın doğabileceği yönünde Türkiye’nin krizi tırmandırmasıdır.

 1967 Kıbrıs krizi sonrasında Boğaziçi ve Geçitkale köylerine yönelik saldırılar sona ermiş ve işgal kaldırılmıştır. Kurucu antlaşmalara aykırı olarak Kıbrıs'a sokulan Yunan kuvvetleri ve bunların malzeme ve teçhizatları Ada dışına çıkarılmıştır. EOKA militanı Grivas da, Kıbrıs dışına çıkarılmıştır.

Görüleceği üzere kriz, tarafların niyetine göre tasarlanmış bir krizdir. 1967 Kıbrıs krizi sonuçları açısından değerlendirildiğinde, kriz sonunda Türkiye'nin istemlerinin yerine getirildiği görülmektedir. Kriz sonucunun şekli açısından bakıldığında, taraflar arasında hem sözsel, hem eylemsel ve hem de metinsel bir anlaşmanın yapılması söz konusu olmuştur. Kriz sonrası statü incelendiğinde ise, Kıbrıs'ta yeni bir statü oluştuğu görülmemektedir. Kriz sonunda 1963-1964 Kıbrıs krizi sonrası oluşan önceki statükoya geri dönülmüştür. Yani 1967 Kıbrıs krizi sonrası ortaya çıkan statü, ‘statüko ante'dir.

Türkiye, dönemin uluslararası sisteminin iki kutuplu yapısını göz önünde bulundurmuş ve krizin Batı Bloğu içinde bir krize sebep olabileceğini görmüştür. Fakat o dönem için ABD ve SSCB arasında bir yumuşama döneminin yaşanması ve ABD ve SSCB'nin Türkiye'nin izlemiş olduğu politikaya daha anlayışlı yaklaşması, Türkiye'nin kriz durumuna karşı geliştirmiş olduğu hareket tarzını kuvvetlendirmiştir. Nitekim dönemsel koşullar itibari ile Soğuk Savaş’ın ilk yıllarındaki gibi süper güçler arasında revizyonist meydan okumalar söz konusu olmayıp daha çok siyasi ve diplomatik bir çatışmanın varlığından söz edilebilir. Nitekim Sovyetler Birliği, yasa hakları ve menfaatleri sebebiyle Türk toplumunu bir milli toplum olarak kabul etmiş ve de Kıbrıs'ta iki milli toplumun varlığının önemine değinmiştir. Ayrıca Türkiye'deki karar vericiler tarafından bu dönemde Kıbrıs'ta meydana gelebilecek bir çatışmanın tırmanarak bloklar arası bir çatışmaya yol açabileceği ihtimali düşük olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda sistem içindeki süper güçlerde yarattığı etki açısından kriz açısından tehdit ancak nüfuzlarına yönelik bir tehdit olmaması yönünde değerlendirilebilir.

1967 Kıbrıs krizinin ortaya çıktığı dönemde Türkiye'nin iç politikası istikrarlı bir görünüm arz etmektedir. 1965 yılında yapılan seçimler sonucunda Süleyman Demirel liderliğindeki AP (Adalet Partisi) meclisteki sandalye dağılımının büyük bir çoğunluğunu elde ederek tek başına iktidar olmuştur. Böylelikle 1960 askeri darbesinden sonra görülen istikrarsız koalisyon hükümetleri bu dönemde yerini tek parti iktidarına bırakmıştır. Ayrıca 1965 seçimleri sonrasında TBMM'de sol partilerin de yer alması ile mecliste farklı görüş ve ideolojilerin de temsil edilmesinin önü açılmıştır. Yani kriz döneminde karar alma birminin yapısı kurumsaldır. Nitekim kriz sırasında Dışişleri Bakanlığı askeri müdahale tartışılırken diplomatik anlamda bu krizden yararlanılabileceği konusunda hükümeti bilgilendirmiştir.

1967 Kıbrıs krizinde Başbakan Süleyman Demirel'in sahip olduğu kişisel özelliklerin krizin başarılı bir şekilde yönetilmesini etkilediği söylenebilir.Başbakan Süleyman Demirel, bilgi seviyesi, algı düzeyi, biliş kapasitesi, kriz durumlarına uygun hızlı, net ve doğru karar alabilme becerisi ve krizi yönetebilme yeteneği ile başarılı bir lider rolü oynamıştır. Liderin krizi yöneirken uusal deseği alabilmesi oldukça önemlidir. Nitekim 1967 Kıbrıs krizi sırasında Türk basını gelişmeleri yakından takip etmiş ve Ada'da yaşanan gelişmeleri kamuoyuna yansıtarak Türk halkının gelişmelerden haberdar olmasını sağlamıştır. Türk basını, krizi gündemde tutarak gelişmeleri manşetten vermiştir. Böylelikle hem ulusal kamuoyunun hem de hükümetin Kıbrıs'ta gelişen olaylara karşı vermiş olduğu tepkinin canlı tutması sağlanmıştır.

Her ne kadar güçlü liderlik açısından siyasal yaşama yeni girmiş olan Demirel’in tecrübe yönünden eksikliği krizin kontrol edilmesinde bir engel teşkil ederken, liderin pragmatik yaklaşımı krizin çözümünü kolaylaştırmıştır. Aynı zamanda muhalefein, İnönü’nün ve CHP’nin özünde Kıbrıs konusunda hükümeti desteklemesi liderin inandırıcılığınn arttırılmasında önemli bir role sahip olmuştur.

Liderin, Demirel’in söz konsusu Kıbrıs sorunun içeride izlenen kalkınma programlarını kesintiye uğratma endişesi daha temkinli bir siyasa izlemesine yönelten faktörler arasındadır.

Ayrıca krize özgü ideolojik koşullardaki farklılık Türkiye’nin bu ölçütü göz önünde bulundurarak krizi yönetmesini sağlamıştır. Krizin yaşandığı dönemde, Makarios, Yunan Hükümeti ile ideoloji yönünden farklı düşüncedeydi. Makarios, Cunta'nın sıkı idaresinden ve değişmez komünist aleyhtarlığından nefret etmekteydi. Cunta ise solcu sempatizanlardan ve serbest fikirlerden hoşlanmıyordu. Diğer yandan krizin yaşandığı zaman diliminde Yunanistan’da demokrasinin işlemiyor olması ve Yunanistan’daki cuntanın aşırı milliyetçi söylemleriyle enosisi desteklemsi, bu hedefe ulaşılması için şiddet eylemlerinin desteklenmesi Trkiye’nin askeri müdahale için gerekçelerini güçlendirmiştir.Aynı zamanda bu durum SSCB ve ABD’nin de kriz sürecinde Türkiye’ye daha ılımlı yaklaşmalarına katkıda bulunmuştur.

 



[1] Glafkos Clerides, Cyprus: My Deposition, Alithia Publishing,1989.

[2] "Hükümet Savaş Yetkisi Aldı Yunanistan'a Nota Verildi", Milliyet, 18 Kasım 1967, s. 1.

[3] Sevin Toluner, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk,İstanbul:Fakülteler Matbaası, 1977, s. 235.

[4] Başbakanın Son Kıbrıs Olayları İle İlgili Açıklaması, 8 Aralık 1967", Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Aralık 1967, Sayı 38, s. 48.

Okunma 2148 kez Son Düzenlenme Cuma, 30 Mart 2018 08:56
Yorum yapmak için oturum açın

Türk – Yunan Dış Politika Krizlerinde Ahdi Hukuk İhlali

  • Fuat Aksu, "Türk – Yunan Dış Politika Krizlerinde Ahdi Hukuk İhlali", Uluslararası Ege Adaları Sempozyumu, İzmir (19-20 Ekim 2017),

Site İletişim

S5 Box

Üye Giriş

Sitemize Hoş Geldiniz

Yine Bekleriz, Dileriz Yararlı Olmuştur...