1935 Bulgaristan Krizi
TÜBİTAK /SOBAG 1001 Projesi / Proje No. 112K172
Türkiye'de Dış Politika Krizlerinde Karar Verme ve Kriz Yönetimi Süreç Analizi

logotdp

Üye Giriş

Sitemize Hoş Geldiniz

Yine Bekleriz, Dileriz Yararlı Olmuştur...

Ana Sayfa - 1935 Bulgaristan Krizi

Ana Sayfa - 1935 Bulgaristan Krizi (1)

Ana Sayfa - 1935 Bulgaristan Krizi

 


1935 BULGARİSTAN KRİZİ

İki savaş arası olan bu dönemde statükocu- revizyonist-ülkeler rekabet halindedir. 1. Dünya Savaşı’nın kazanan ülkeleri olan İngiltere ve Fransa uluslararası sistemde statükonun devamından yanayken yenilen ve ağır şartlar dayatılan Almanya, İtalya ve Bulgaristan düzenin değişmesinden yanadır.[1] Statükocu ülkeler Locarno ve silahsızlanma anlaşmaları ile 1930’larda düzeni kendi lehlerinde koruma yoluna gitmişlerdir. İtalya 1935’te Habeşistan’a saldırmış, Almanya, Locarno Anlaşmasını ihlal ederek 1936’dan itibaren Ren bölgesini işgal etmiştir. Ancak, Milletler Cemiyeti’nin revizyonist ülkelerin silahlanmasına sessiz kalması ve ABD’nin izolasyonist dış politika izlemesi 2. Dünya Savaşı’na giden süreci hızlandırmıştır.

Genel olarak uluslararası sitemin yapısına bakıldığında klasik güç dengesine dayanmaktadır. Sistem düzeyi açısından bakıldığında İngiltere’nin gücünü sorgulayan yeni aktörlerin sistem içerisinde varlığını güçlendirdiği görülmektedir.

İki savaş arası olan bu dönemde uluslararası sistemdeki revizyonist-statükocu rekabeti Balkanlar bölgesi özelinde de yaşanmaktadır.1920’lerden itibaren İtalya’nın revizyonist politikaları Yugoslavya, Yunanistan ve Arnavutluğu tehdit etmeye başlamıştır. İtalya’nın bu politikaları Balkan bölgesini istikrarsızlaştırmış ve özellikle On iki Adalar’ı elinde bulundurması dolayısıyla sınır komşusu olan Türkiye’de 1930’lardan itibaren Türk karar alıcıları açısından ulusal güvenlik tehdidi olarak görülmüştür.[2]

İtalya’ya karşı Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya statükocu kampta yer alırken, Bulgaristan giderek revizyonist politika izlemeye başlamıştır. Türkiye bu dönemde Balkan ülkeleri ile antlaşmalar yaparak Balkan bölgesinde istikrarı korumaya yönelik politikaları izlemiştir.[3]Arnavutluk ile 15 Aralık 1923'te, Bulgaristan ile 18 Ekim 1925'te Ankara'da Dostluk Antlaşması ve Yugoslavya ile 28 Ekim 1925'te Ankara'da Barış ve Dostluk Antlaşması imzalanmıştır.[4] Balkan ülkeleri revizyonist ülkelerin artan tehdidi karşısında 9 Şubat 1934 yılında Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya Balkan Antantı’nı imzalamışlardır.[5] Türkiye bu tarihten sonra Balkan bölgesinde istikrarı korumak için Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa ile anlaşmalar yapmıştır.[6] Ancak, Bulgaristan revizyonist ülkelerle yakınlaşmış ve Balkan Antantı’nı kendi ulusal güvenliği açısından engel ve tehdit olarak algılamıştır. Balkan Antantı bölgesel barışı korumada başarılı olamamıştır. Türkiye dışında imzacı ülkelerden bazıları savaşa dahil olmuşlardır. Yunanistan ve Yugoslavya Antant üyeleri olarak bu süreçte işgale uğramıştır.

Diğer yandan, dönemin siyasi karar alma sürecinin dayanmış olduğu hukuksal zemini 1924 Anayasası belirlemektedir. Bu anayasaya göre dış politikaya ilişkin kararlar yürütme erkini tarafından alınmaktadır. Yürütme erkini elinde bulunduranlar tek parti yöneticileri olmalarından ötürü, bu dönemde yürütmenin yasama üzerinde etkisi söz konusudur.[7] Tek parti döneminde TBMM’nin dış politika konusundaki yetkileri savaş ilanı ve antlaşma yapma gibi yetkilerle sınırlıdır.[8] Kurtuluş Savaşı sonrası Atatürk’ün orduyu iç ve dış politikadan uzak tutmak istemesi sonucu bu dönemde ordunun dış politikada üzerindeki etkisi teknik meseleler ile sınırlı kalmıştır.[9]

Dış politika kararlarını alınması ve uygulanması sürecinde siyasal karar alıcıların tercihlerini kolaylaştıracak bilgi ve deneyim ise kamu bürokrasisi içerisinde bulunmaktadır. Hariciye Vekaleti (Dışişleri Bakanlığı) dış politikanın diplomatik, siyasi ve kimi zaman hukuki kısmını şekillendirirken, Milli Müdafaa Vekaleti (Savunma Bakanlığı), Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti (Genelkurmay Başkanlığı) dış politikanın güvenlikle olan kısmını destekleyen bilgi ve seçenekleri üreterek Hükümetin dış politikasının oluşumunda yardımcı olurlar. Daha alt seviyede olmakla birlikte kimi zaman hükümetin dış politika kararlarını verirken ihtiyaç duyduğu bilgiyi istihbarat ile ilgilenen Milli Amele Hizmet Teşkilatı (Milli İstihbarat Teşkilatı) sağlayabilmektedir.[10]1924 Anayasası’nda cumhurbaşkanının yetkileri yabancı devletlere atanacak Türkiye Cumhuriyetinin siyasi temsilcilerini tayin etmek ve yabancı devletlerin siyasi temsilcilerini kabul etmek ile sınırlıdır. Ancak, tek parti döneminde cumhurbaşkanının dış politikada merkezi rolü olduğu görülmektedir.[11]Bu dönemde ebedi şef olarak kabul edilen Mustafa Kemal Atatürk’ün hem iç hem dış politika karar alma mekanizmalarında büyük etkisi söz konusudur. Atatük dış politika çizgisinin ana hatlarını Başbakan İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a danışarak Atatürk belirlemektedir.[12] Dar bir kadro tarafından alınan kararlar, CHP Meclis Grubu’nda onaylandıktan sonra TBMM’ye getirilerek meşruluk kazandırılmaktadır.[13]

1930’lara gelindiğinde modernleşme reformları büyük ölçüde tamamlanmış, rejim konsolide olmuştur. Bu dönemde kırsal kesimin modernize olması amacıyla ‘Halkodaları’ ve ‘Köy Enstitüleri’ kurulmuştur. 1929 ve 1930 dünya ekonomik bunalımı Türkiye’yi de etkilemiş, tarım üretimi gerilemiştir.Bu dönem ekonomi politikaları ile ilgili tartışmalara sahne olmuştur. Muhalefetteki Serbest Cumhuriyet Fırkası liberalizmi savunurken, iktidardaki Cumhuriyet Halk Fırkası devletçiliği savunuyordu.[14]

1935’te yapılan nüfus sayımına Türkiye’nin nüfusu 16.158.567’dir. Toplam nüfusun %76,5’i köyde, % 23,5’i şehirde yaşamaktadır.

Şimdi de krize uyuşmazlık, çatışma, kriz öyküsü ve temel bilgiler açısından bakıldığında şöyle bir tabloyla karşılaşılmıştır.

27 Kasım 1919 tarihinde imzalanan Neuilly Antlaşması ile Bulgaristan’ın askeri gücü sınırlandırılmıştır. 24 Temmuz 1923 günü imzalanan Lozan Antlaşması’nın  ‘Trakya Sınırına İlişkin Sözleşmesi’nin 1.maddesine göre Türkiye'nin Yunanistan ve Bulgaristan ile olan sınırlarının her iki yanındaki 30 km’lik bölge  askerden arındırılmış ve bu bölge üzerinde hiçbir ülkenin uçağının uçmaması kararlaştırılmıştır.[15]

Lozan sonrası Türkiye ve Bulgaristan’ın birbirlerinden toprak talebinde bulunmamaları ve azınlıklara karşı saygılı tutumları neticesinde iki ülke arasındaki ilişki dostane olarak nitelendirilebilir.[16] 1929 yılında İsmet İnönü, “Bulgaristan ile münasebatımız iyi hissiyat ile meşbudur. Komşu memleketin inkişaf ve saadeti bizim samimi dileğimizdir” diyerek ikili ilişkilerin dostane olduğunu vurgulamıştır.[17] Aynı yıl,Bulgaristan Kralı Boris III “Türk-Bulgar Dostluğu yalnız iki milletin, iki hükümetin menafii iktisadiyesinden ve emniyetlerinin mütekabilen tahtı zamana alınması noktai nazarından değil, belki iki hükümetin Avrupa'dan Asya'ya giden yol üzerinde bulunmaları itibariyle, beynelmilel siyaset sahasında sulhü umuminin muhafazası emrinde kıymet ve ehemmiyeti büyüktür” diyerek Türk-Bulgar ilişkilerinin önemini vurgulamıştır.[18]

Uyuşmazlık evresi:Türkiye-Bulgaristan arasındaki uyuşmazlık süreci Türkiye’nin Balkan ülkeleri ile güvenlik antlaşmaları yapması ile şekillenmiştir. Bulgaristan, 5 Ekim 1930’da ve 20-26 Ekim 1931 tarihlerinde gerçekleşen Balkan Konferanslarına katılmış, ancak 23-26 Ekim 1932 tarihinde gerçekleşen 3. Balkan Konferansından çekilmiştir. Bunun üzerine,  20-24 Eylül 1933 tarihleri arasında Başbakan İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Sofya’yı ziyaret etmiş ve 6 Mart 1929 tarihinde Türkiye ile Bulgaristan arasında imzalanmış olan Tarafsızlık, Uzlaştırma, Yargısal Çözüm ve Hakemlik Antlaşmasının 5 yıllık bir süre için uzatılmasını kabul edilmiştir. Türk heyeti Bulgaristan’ın Balkan Antantı’na katılması için çaba sarf etmiş, ancak Bulgaristan Balkan Antan’na katılmayı reddetmiştir.[19]

7 Mart 1934 tarihinde Türkiye-Yunanistan, Türkiye-Yugoslavya ve Türkiye-Romanya arasında karşılıklı dostluk ve tarafsızlık antlaşması imzalandı.[20] Bulgaristan’ın bu antlaşmaların gizli maddeleri olduğunu iddia etmesi iki ülke arasında karar alıcılardaki algısal güvensizliği pekiştirmiştir. Bulgaristan, Balkan devletlerinin Milletler Cemiyeti’ne üye olduğunu ancak sınırlarını korumak için başka bir yolu tercih ettiklerini, bu antlaşmaların Milletler Cemiyeti’ni kuran ilkelere uygun olmadığını belirterek sınır güvenliği ile ilgili görüş ayrılığı olduğunu göstermektedir.[21]

28 Kasım 1935 tarihinde üçlü Türk-Yugoslav-Rumen askerî anlaşması imzalanmıştır. Bulgar Ordu Bakanlığı bu askeri antlaşmaların Bulgaristan’a Neuilly Antlaşması’nın askerî hükümlerini değiştirme olanağını vermeyeceğini ve Bulgaristan’ın sergileyeceği saldırgan tutum karşısında üç devlet arasındaki koordinasyonu sağlama amacı özelliği taşıyacağını belirtmiştir[22] Bulgaristan giderek revisyonist eğilimler sergilerken Türkiye’nin statükocu kampta yer alması iki ülke arasında uyuşmazlığın devam ettiğinin göstergesidir.

12 Mart 1935 tarihinde Türkiye’nin 1923 Lozan Antlaşması ile askersizleştirilmiş olan Trakya  bölgesine  asker yerleştirmeye başlar.[23] Bu dönemde Türkiye, Trakya’ya üç piyade ve bir süvari tümeni, kolordu ve tümen topçu birliği, istihkâm ve havacı birlikleri yerleştirmiştir.[24]  Balkan bölgesinin giderek istikrarsızlaşması ve İtalyan tehdidi Türkiye’nin silahlanma faaliyetlerinin itici gücünü oluşturur. İtalya’nın 1934 yılından itibaren On iki Adalarda askeri hareketliliği arttırması ve Akdeniz’i Mare Nostrum (Bizim Deniz) olarak tanımlaması Türkiye tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak görülmüştür.[25] Aynı tarihte, Mussolini’nin 2. Beş Yıllık Faşist kongresinde İtalya’nın Asya ve Afrika’da yayılmacı siyaset izleyeceğinin sinyallerini vermesi ve 1935’te Habeşistan’a saldırması Türkiye’nin tedirginliğini arttırmıştır.[26]

Türkiye’nin Trakya bölgesinde silahlanma girişimleri Bulgar karar alıcıları açısından krizi tetikleyen unsur olmuştur. 15 Mayıs 1935 tarihinde İstanbul Bulgar konsolosu Türk ve Yunan hükümetlerinin Bulgaristan’a karşı ortaklaşa harekatta bulunacağına inandıklarını belirtir. Bulgaristan hükümeti, Türkiye’nin Balkan devletleri ile imzaladığı askeri anlaşmalar neticesinde 1925 yılında imzalanan Dostluk Antlaşması’nın yükümlülüklerini yerine getirmeyeceğinden endişe etmektedir.[27] Ordu Kurmaylığı Başkanı Tümgeneral T. Georgiev de konu ile ilgili Bulgaristan’ın tehdit altında olduğunu belirtmiştir.[28] Bulgar yetkililerin bu açıklaması Türkiye’nin silahlanma girişimlerinin Bulgaristan açısından savaş tehdidi olarak algılandığını göstermektedir.

Her ne kadar Bulgar karar alıcılar açısından Türkiye’nin silahlanması krizi tetikleyen unsur olsa da, Bulgar karar alıcılar krizi tırmandırmamayı tercih etmişlerdir. 6 Nisan 1935 tarihinde Bulgaristan’ın Ankara Büyükelçisi Pavlof Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a Bulgaristan’ın Milletler Cemiyeti statükosunu bozmayacağını ve hiçbir ülkeye saldırmaya niyeti olmadığını belirtmiştir.[29]

Bu dönemde Bulgaristan Ordu Kurmaylığı olası savaş durumunda Türk ordusunun durumu ve kapasitesi ile ilgili raporlar yayımlamakta, Bulgar Askerî Kurmaylığı da Doğu Trakya’daki Türk askerinin sayısını ve çalışmaları yakından takip etmektedir.[30] 1937 yılında Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak komutasında Trakya’da kapsamlı manevraları düzenlenir. Edirne Bulgar konsolosunun bu manevraları Bulgar hükümetine güç ve üstünlük gösterisi olarak aktarması Bulgar karar alıcıları açısından krizin devam ettiğinin göstergesidir.[31]

1930’lu yılların ortalarından itibaren Türk dış politikasının ana ekseni yeni bir düzenleme ile Boğazların silahlanmasının meşruiyet kazanması olmuştur. Dolayısı ile Türkiye’nin Bulgaristan ile olan krizi sonlandırma girişimleri 1938’de başlamıştır. Bu tarihte ‘Balkan Diplomasisi’ çerçevesinde Başbakan Celal Bayar ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Yunanistan ve Yugoslavya ziyaretleri sonrasında Bulgaristan’ı ziyaret ederler. Bulgaristan Çar’ı III. Boris ve Başbakan Köseivanof ile görüşmeler yapılır ve ve 31 Temmuz 1938’de Selanik Anlaşması imzalanır. Selanik Anlaşmasına göre Bulgaristan’ın silahlanmasının önündeki sınırlamalar kaldırılmış;  Türk-Bulgar ve Bulgar-Yunan sınırları boyunca silahsızlandırılmış olan bölge kaldırılmış ve Balkan Antantı üyeleri ve Bulgaristan birbirlerine kuvvet kullanmama konusunda taahhütte bulunmuşlardır.[32]

Türkiye, Selanik Anlaşması ile Bulgaristan’a karşı düşmanca bir tutum takınmayacağını resmi olarak taahhüt etmiş ve Türkiye’nin silahlanması ile ilgili Bulgar karar alıcıları tarafından algılanan ulusal güvenlik sorunu ortadan kalkmıştır. Diğer bir ifade ile, Selanik Antlaşması Türkiye’nin Bulgar sınırındaki silahsızlandırma halinin kaldırılması durumuna meşruiyet kazandırmış, Bulgaristan’ın silahlanmasının önünün açılması ile 1934 yılında meydana gelen algısal güvenlik krizi son bulmuştur.

Sonuç olarak, Türkiye ve Bulgaristan arasında uyuşmazlık Türkiye’nin Balkan ülkeleri ile güvenlik antlaşmaları imzalaması ile başlamış, krizi ortaya çıkaran mesele Türkiye’nin Trakya’daki topraklarını silahlandırması olmuştur. Kriz ortaya çıkmasından hemen sonra sonlanmamış, Türkiye Boğazların statüsünün değişmesine yönelik bir dış politika çizgisi izlemiştir. Montrö ve Selanik Antlaşması ile Bulgaristan’ın silahlanmasının zımni olarak kabul edilmesi ile kriz sonlanmıştır. Kriz sonrası evrede ise Bulgaristan revizyonist ülkelere yaklaşmıştır.

Kriz yönetim süreciyse şu şekilde analiz edilmektedir. 2Mart 1935 tarihinde Türkiye’nin Trakya bölgesini silahlandırması Bulgar karar alıcılar açısından krizi tetikleyen bir faktör olmuştur. Türkiye 1935-1938 yılları arasında Bulgaristan’a karşı zaman kazanma stratejisi uygulamıştır. Bölgede revisyonist eğilimlerin yükselişe geçtiği 1935-1938 yılları arasındaki Türkiye’nin dış politika önceliği İtalyan tehdidini bertaraf etmek olmuştur. 1936’da İtalya’nın On iki Adalar’da asker sayısını arttırması ve havalimanı yapması Türkiye’nin endişesini arttırıcı bir faktör olmuştur.[33]

Artan güvenlik tehditlerine karşı Türk karar alıcıları Boğazları askerden arındıran 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni değiştirmeye dönük diplomatik girişimlerde bulunmuşlardır. 1933 yılında düzenlenen Londra Silahsızlanma Konferansı’nda bu talebini dile getirseler de, başarılı olamamışlardır. Türkiye 11 Nisan 1936 tarihinde Milletler Cemiyeti’ne üye bütün ülkelere nota göndermiş, Karadeniz ve Akdeniz’de istikrarsızlığın arttığını, ülkelerin deniz ve hava kuvvetlerini güçlendirdiklerin, silahlanma eğiliminin artış gösterdiğini, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin savaş ve barış durumlarını dikkate aldığını, savaşa yakın kriz durumlarını yok saydığını vurgulayarak boğazların yeni statüye kavuşması gerektiğini belirtmiştir.[34]

Türkiye’nin notası olumlu karşılanmış 26 Haziran 1936 tarihinde İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği ve Balkan ülkeleri ile Montrö Sözleşme imzalanmıştır.[35] Bu sözleşme ile Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin Boğazları, Bozcaada ve Gökçeada’yı silahsızlandıran maddesi kaldırılmıştır.[36] Türkiye revisyonist ülkelere karşı güvenlik tedbirleri aldıktan sonra müzakere yönetimi ile Bulgaristan ile yaşadığı krizi sonlandırma girişiminde bulunmuştur. Bulgaristan’ın silahlanmasının önündeki engelleri kaldıran Selanik Antlaşmasının imzalanması ile Bulgar karar alıcıları açısından kriz sona ermiştir.

1935 krizine çatışma-krizilişkisi açısından bakıldığında tekrarlanmayan çatışma içerisinde ortaya çıkan özelliği göstermektedir. Diğer bir ifade ile, kriz uzun soluklu, zamana yayılmış bir krizdir. Bir çatışma sürecinde ortaya çıkmadığı için özgün, tekrarlanmayan kriz niteliğindedir.Ortaya çıkış şekline göre bakıldığındaysa 1937 krizi gelişen kriz özelliği taşımaktadır. 1931-1934 yılları arasındaki uyuşmazlık sürecinde Bulgar karar alıcılar Türkiye’nin kendi güvenliği ile ilgili atmış olduğu adımların kendine karşı olmadığına ikna olmuş olsaydı uyuşmazlığın krize dönüşmesi engellenebilirdi. Krizi tetikleyen aktör Türkiye (devlet) olmuştur. Yani, Kriz boyunca tetikleyici eylem içeride olmuştur. Krizde taraf aktör sayısı tek taraflı olmuştur. Başka herhangi bir devlet müdahil olmamıştır. Kriz boyunca Türkiye, İtalyan tehdidine karşı güvenlik ve dış politika stratejileri izlemiş, krizi nihayete erdirme yönündeki girişimleri ancak 1938’de başlamıştır.

Krizi tetikleyen eylemin Türkiye’nin Trakya bölgesindeki askeri varlığını arttırması olmasına rağmen o dönemdeki uluslararası ve bölgesel koşullar göz önüne alındığında Türkiye’nin bir kriz yaratma niyetinde olmadığını söylemek mümkündür. Diğer bir ifade ile, Türkiye kendi güvenlik kaygıları sonucu Lozan Antlaşması ile askersizleştirilen bölgede asker konuşlandırarak fiili bir durum meydana getirmiştir. Bulgar karar alıcıların bu fiili durumu kendilerine karşı bir güvenlik tehdidi olarak yorumladıkları için bu kriz algısal güvenlik krizi niteliğindedir.

Krizi genel niteliğine/kategorisine göre değerlendirdiğimizde Bulgaristan krize algısal güvenlik(siz)lik perspektifinden yaklaşmıştır. Türkiye’nin silahlanma politikası kendi güvenliğini sağlamaya dönük olmasına rağmen Neuilly Antlaşması ile silahlanması sınırlanan Bulgaristan açısından kendi güvenliğine tehdit olarak değerlendirilmiştir.Krize içerik açısından bakıldığında ise askeri, güvenlik, diplomatik ve siyasi alanları kapsamaktadır. Sınırın silahlandırılması ile tetiklendiği için askeri ve güvenlik boyutu olan bir krizdir. Türkiye, krizi sonlandırmak amacı ile diplomatik ve siyasi kanalları kullanmıştır.

Krizin tetikleyicileri şiddet içermeyen askeri eylem ve dış değişim olarak tasnif edilebilmektedir. Kriz yaratan olaya sözlü tepki (şiddet içermeyen diğer) şeklinde olmuştur.  Kriz tetikleyicisinin şekliysesilahlanma şeklinde kendini göstermiştir.

Krize söz konusu olan tehdidin ciddiyeti sınırlı askeri tehdit olarak gözlemlenmiştir. Revizyonist-statükocu ülkeler arasında gerilimin arttığı ve Bulgaristan dışındaki Balkan ülkeleri arasında siyasi işbirliğinin arttığı bu dönemde silahlanma faaliyetleri Bulgaristan açısından endişe ile izlenmiştir. Uyuşmazlık döneminde Türkiye müzakere yolu ile ikna yöntemine başvurmuş, kriz boyunca zaman kazanma stratejisi uygulamıştır. Bu stratejinin uygulanmasında Türkiye’nin Boğazların statüsünün değişmesi noktasındaki dış politika önceliğinin büyük payı vardır. Bulgaristan’ın kriz yönetim stratejisi de krizi askeri ve siyasi araçları kullanarak tırmandırmadığı için zaman kazanma stratejisi şeklindedir.

Türkiye ve Bulgaristan kriz yönetim tekniği olarak müzakere yönetimini kullanmıştır. Kriz boyunca herhangi bir şiddet unsuru söz konusu değildir.  Kriz boyunca üçüncü aktör olarak herhangi bir devlet müdahil olmamıştır. Ancak, Balkan Antantı çerçevesinde Bulgaristan’ın algısal güvenliksizliğini ortadan kaldıracak girişimlere destek verilmiştir. Sonucun şekli resmi antlaşma ile olmuş, kriz sonrası bölgede silahlanma ile ilgili zımni yeni statü meydana gelmiştir.

 


[1]Baskın Oran, “Uluslararası Ortam ve Dinamikler”, Baskın Oran (der.) Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt 1: 1919-1980, İstanbul: İletişim Yay., 2001, s. 242.

[2]İlhan Uzgel, “1923-1934 Dönemi”, Oran, Türk Dış Politikası…, s.293.

[3]William Hale, Turkish Foreign Policy since 1774, 3. Baskı, New York: Routledge, 2000, s. 45.

[4]İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, Cilt 1, Ankara:TTK Yay., 1989, ss. 245-253.

[5]Oran, “Batıda Dış Politika: Denge/İttifak Sorunu”,  Oran, Türk Dış Politikası…,.s. 254.

[6]Hale, Turkish Foreign Policy since 1774…, s. 250.

[7]Mümtaz Soysal, Dış Politika ve Parlamento (Yasama-Yürütme Karşılaştırmalı), Ankara: Sevinç Yay., 1964, s.104.

[8]Ramazan Gözen “Türk DIŞ Politikasinda Karar Alma Mekanizması, Turgut Özal ve Körfez Krizi”, Yeni Türkiye, (Türk Siyaseti Özel Sayısı), Sayi:9, Yil:2,1996, ss.286-302.

[9]Mithat Baydur, “Üniformalı Demokrasi”, Yeni Türkiye, Sayı 17, Yıl 3, 1997 s. 1261-1275; Müge Aknur, “TSK’nın Dış Politika Üzerindeki Etkisi”,  Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil (der) Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, 1. Basım, Ankara: Nobel Yay., 2010,  ss. 127-149.

[10]Bu Konuda Bkz,; Erdal İlter, Milli İstihbarat Teşkilatı Tarihçesi, Ankara: MİT  Yay., 2002.

[11]Sükrü Karatepe, Tek Parti Dönemi, Istanbul, Agaç Yay., 1993, s.106; Gencay Saylan, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Devlet Yapısının Evrimi”,Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt:2, İstanbul, İletisim Yay.,1996, s.390.

[12]İlhan Uzgel, “TDP’nin Oluşturulması”, Oran, Türk Dış Politikası…, s. 74.

[13]Cemil Koçak, “Siyasal Tarih 1923-1950”, Sina Aksin (der.), Türkiye Tarihi 4, Çağdaş Türkiye 1908-1980, Istanbul, Cem Yayinevi, 1992, s.171.

[14]Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 14. Baskı, İstanbul: İletişim, 2003, ss. 283-286.

[15]Seha L. Meray,  Lozan Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeleler, Cilt 8, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1993, ss.60-63.

[16]Lüdmil Petrov, “XX. Yüzyılın Otuzlu Yıllarında Bulgaristan ve Türkiye (Siyasi İlişkiler)”,XX.Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Bulgar Askeri-Siyasi İlişkileri, Ankara: Genelkurmay Yay., 2005, s. 167.

[17]Kazım Öztürk, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri ve Programları, İstanbul: Ak Yay., 1968, s.118.

[18]Bilal N. Şimşir,Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, Cilt 1, Ankara: TTK Yay.,1993, ss. 504-5.

[19]Melek Fırat, “Balkan Antantı”,Oran, Türk Dış Politikası…, ss.350-1.

[20]“Balkan Misakı Dün Mecliste Müzakere Ve Kabul Edildi”, Cumhuriyet, 7 Mart 1934, S. 1.

[21]“Bulgaristan’ın Balkan Misakı’na Karşı Vaziyeti”, Cumhuriyet, 1 Nisan 1934, s. 1.

[22]Sevo Yavaşçev, “Bulgar Genelkurmayının Türkiye ve Türk Ordusuna Karşı Tutumu”, Genel Kurmay Başkanlığı, XX. Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Bulgar Askeri ve Siyasi İlişkileri, Ankara: Genel Kurmay Basımevi, 2005,  s. 167.

[23]Soner Çağaptay, Islam, Secularism and Nationalism in Modern Turkey: Who is a Turk, New York: Routledge, 2006, s. 141.

[24]Yavaşçev, Bulgar Genelkurmayının Türkiye ve Türk Ordusuna Karşı Tutumu…”, s. 172.

[25]Haluk Ulman, Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923 - 1968),  Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 22, S. 3, (Eylül - 1968), s. 252; Oran, Türk Dış Politikası…, s.295.

[26]İlhan Uzgel, “1923-1934 Dönemi”, Oran, Türk Dış Politikası…, ss.295-6.

[27]Yavaşçev, “Bulgar Genelkurmayının Türkiye ve Türk Ordusuna Karşı Tutumu…”, ss. 171-4.

[28]Yavaşçev, Bulgar Genelkurmayının Türkiye ve Türk Ordusuna Karşı Tutumu…”, s. 174.

[29]“Bulgaristan Silahlanmıyacak”, Zaman, 3 Nisan 1935, s. 6.

[30]Yavaşçev, Bulgar Genelkurmayının Türkiye ve Türk Ordusuna Karşı Tutumu…”, s. 177.

[31]Yavaşçev, Bulgar Genelkurmayının Türkiye ve Türk Ordusuna Karşı Tutumu…”, s. 176.

[32]Penelope Kissoudi, The Balkan Games and Balkan Politics in the Inter War Years 1929-1939: Politicians in Pursuit of Peace, New York: Routledge, 2009, s. 161.

[33]İlhan Uzgel, “1923-1934 Dönemi”, Oran, Türk Dış Politikası…,s.296.

[34]Ömer Göksel İşyar, Karşılaştırmalı Dış Politikalar: Yöntemler-Modeller-Örnekler ve Karşılaştırmalı Türk Dış Politikası, 2. Baskı, Bursa: Dora Yay., 2013, s.455.

[35]Şule Güneş, “Türk Boğazları”,ODTÜ Gelişmeleri Dergisi, Cilt 34, 2007, s.2289.

[36]Çağaptay, Islam, Secularism and Nationalism in Modern Turkey…, s. 127.

TDP KRİZ ANA SAYFALARI

1924-1926 Musul Krizi

1927 Bozkurt-Lotus Krizi

1930 Küçük Ağrı Krizi

1935 Bulgaristan Krizi

FA -Hatay Krizi Sayfası

FA -1942 Struma Krizi

1945 Sovyet Talepleri Krizi

1955 6-7 Eylül Krizi

1957 Suriye Krizi

1958 Irak Krizi

1964 Johnson Mektubu Krizi

1964 Kıbrıs Krizi

1967 Kıbrıs Krizi

1968-1974 Haşhaş Krizi

1974 Kıbrıs Krizi

1974-1976 Ege Denizi Krizi

1974-1980 NOTAM-FIR Krizi

FA -1981 Limni Krizi

1987 Ege Denizi Krizi

1989 Bulgaristan Göç Krizi

1989-1990 Batı Trakya Krizi

1988-1991 Iraklı Sığınmacılar Krizi

1992 Nahçivan Krizi

1992 TCG Muavenet Krizi

1994 Ege Denizi Casus Belli Krizi

1996 Kardak Kayalıkları Krizi

1997 S-300 Füzeleri Krizi

1998 Suriye (Öcalan) Krizi

2003 Süleymaniye (Çuval) Krizi

2003 Doğu Akdeniz MEB Krizi

2010 Mavi Marmara Krizi

2011 Suriye Krizi

2014 İŞİD Rehine Krizi

2015 Süleyman Şah Türbesi Krizi

Site İletişim

S5 Box

Üye Giriş

Sitemize Hoş Geldiniz

Yine Bekleriz, Dileriz Yararlı Olmuştur...